15 yaşındakiler, ne zaman ilgi çekici bir nesne haline geldiler de bir program oldular?
İnsan hayatının en ucube bölümü olan ergenlik, değil televizyonda yayınlanmayı, evden dışarı adım attırılmayı bile haketmiyordu oysa. En azından biz ergenlik utancımızı öyle yaşadık.
Derin bir nefes alıp 15 yaşımızı hatırlayalım.
Akşam saatlerinde dışarı çıkmak için açlık grevi yapılan, geç kalındığında ev hapsi cezası alınan, haftabaşı yeni hayat görüşleri edinilen bolca bunalımlı bir yaştı. Yüzümüzden çirkinlik, sözümüzden çirkeflik akardı. Her konuda asgari bilgi sahibi olmamıza rağmen illa ki tutkulu bir iddiamız olurdu. Hobilerimiz; aşık olmak, arkadaşlara küsmek ve aileye oflamaktı. Bazen spor olsun diye evden kaçılır, kapılar sertçe çarpılırdı. Hani derler ya; köşeden döndük.
Ergenliğin hiç de hoş olmayan ve milyonlarla paylaşılmaya değmeyecek bir çağ olduğu konusunda mutabıksak devam ediyorum.
Programın konsepti belli: 15 yaşındaki kızlar 25 yaşında gibi giyinerek, seçilen şarkıları ardarda seslendiriyorlar, SMS yoluyla halk oylaması yapılıyor, bu esnada jürimiz de ne amaca hizmet ettiği mantığa oturmayan bir şekilde ergenleri eleştiriyorlar. Oylamalar sonucunda elenmekten kurtulan ergenler, seyircilerin arasında oturan annelerinin kucağına koşuyorlar. Ana kucağı gibisi yok: Programın aslında vermek istediği mesaj bu kadar naif ama biz anlamamakta diretiyoruz.
Her hafta bu kıyasıya maceranın sonunda sona 2 kişi kalıyor. Son görev de şu: Anneyle birlikte bir şarkı seslendirmek. Düet yani. Anneyle: Anacım! Tablo çok acı. Ergen kişi piyano başında kendini paralarken, vokal sırası annesine geldiğinde, annehanım varolan tüm potansiyelini kullanmaya çalışıyor mikrofona doğru. Tabii, bu ergenimiz için yeterli bir performans olmuyor... “Anneaa, rezil ediyorsun beni” bakışları, dikkatsiz gözlerden bile kaçmıyor. Annesi şarkıya kendinden bir şeyler katarken, ergenin yüzündeki anne utancını ne Freud, ne de Jung açıklayabilir.
Sen bugün git, sonra gel
15 yaşındaki kızların titrek performansları ciddiye alınacak gibi değil. İleride müzik endüstrisinde başarı gösterebilirler mi, o konuda da pek ipucu vermiyor program. Ancak yine de bir izlenebilirliği var. Bu izlenebilirlik de, Youtube’da şarkı söylerken ağlayan Çinli çocuğun dramını anımsatıyor. Başkasının rezilliğine ağız dolusu gülmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Evet acımasızız. Abes bir görüntü geçmeyegörsün elimize, acıtırız.
Bizim acıtmamız şöyledursun, sevgili jüri üyeleri, kendilerine sanki zorla Mayıs Sıkıntısı izlettiriliyormuş gibi, “Bitse de gitsek” der gibi, baygın yorumlar yapıyor: “Saçın çok uzun” “Gırtlağın Türkiye’ye hitap etmiyor” “Bu hafta e-le-ne-cek-sin” “Zor bir hayatın olmuş anlıyorum seni” “Ben de tezgahtarlık yaptım” “Sizden bir kız grubu kurarız biz, değil mi Sinan, kurarız”. İşin eğreti duran kısmı, munis görünümlü Şafak Karaman, konsept gereği “sivri dilli jüri üyesi” olmuş. Oysa ki özünde ne kadar iyi bir insan gibi duruyordu!
Kıssadan Hisse
Anneler! Babalar! Sırf “popstar olma ihtimalini sevdiniz” diye, çocuğunuzu bu yaşta medyanın en orta yerine salmayın. Gördüklerime dayanarak söylüyorum ki; onlar kendilerini eleştirilerden koruyamayacak kadar genç, sizlerse onları koruyamayacak kadar leylasınız. Sevgili ergenler! Siz de oturun oturduğunuz yerde, İpek Ongun falan okuyun.