09 Aralık 2010

Fight for your right revisited



Yanılmıyorsam 1986'da beliren bu Beastie Boys video'suna bir sequel geliyormuş arkadaşlar.
2011'de Sundance'te kısa film kategorisinde gösterilecek ve oyuncular arasında Jack Black, Seth Rogen, Will Ferrell, Elijah Wood gibi isimler var. Pasta savaşından sonra ne oldu, partinin sonuçları nedir gibi soruların yanıtını bu filmde seyredeceğiz.

Beastie Boys, web sitelerine bir fotoğraf koymuş. Burada görüyoruz ki Beastie'leri canlandıracak aktörlerimiz Seth Rogen, Elijah Wood ve Danny McBride.

24 Kasım 2010

İşte Grup Dümen

Sevdiğimiz arkadaşlarımız Grup Dümen'in geçtiğimiz sene çıkan EP'sinden... Burç Tuncer'le bir bağlantısı yoktur.

İnce ruhlu klasikleri: Hayatta pazarlık yapamam

Benden bahsediyor dediğinizi duyar gibiyim.
O zaman psikologunuz konuşuyor. Haydi hep birlikte ince ruhları inceleyelim. Kendimizden bir yadigar bulalım o bölgelerde.

İnce ruhlu insanlar arkadaş ortamında sevilirler, ama ezildikleri de olur. Ezenin mallığı ve kabahatidir, ama sosyal stratada üstte değillerdir bir şekilde, öyle olsalar da. Alfa kadını ya da erkeği değildirler katiyen, öyle olsalar da, bu dünyanın suçudur olmamaları.

İnce ruhlu bir kadın ve bir erkek bir araya geldiğinde sürekli birbirlerinden özür dilerler. Bu çok hoş olsa da, bir zaman sonra kabak tadı verir ve yatakta sonlanır. Yatakta da bol bol özür dilerler, yanlış olmasın.

İnce ruhlu kadın ve erkek çocuk yaptığında tam bir öküz olma olasılığı yüksektir çünkü çocuk doğar doğmaz ana babasını ezmeye başlar.

İnce ruhlu insanlar iş hayatında cabbar değillerdir. İşlerinde ne kadar iyi olsalar da mütevazi olurlar, herkes de öyle sanar.


İnce ruhların davranış paternlerinden örnekler:

-Tavsiye üzerine gidilen kuaföre ulaşınca "Saçımı İsmail yapsın!" demez, diyemez. En tecrübesiz eleman yapar o saçı.
-Süpermarkette Bokoğlu sucuklarından ikram edilince "Alır mısınız?" diye sorunca "Almam" demez, diyemez.
-Birinden ateş isterken 2 kez teşekkür eder, tam iki kez.
-Hesabı isterken rica eder, tuzu isterken rica eder, rica edebilir miyim diye sorduğu bile olur.
-Pazarlıktan anladığı: Çok pahalıymış en iyisi ben gideyim deyip gerçekten çekip gitmektir, dönmemecesine.
-En çok kullandığı sözcükler özür dilerim, afedersin ve pardondur.
-Sokakta acı çeken köpek veya kedi görürse içi gider. İnsan görünce pek bir umrunda olmaz açıkçası.
-Zam isteyemez. Hakkını rahatça arayamaz. Sırada birisi önüne geçince yaptığı en büyük terbiyesizlik "Ooo sıraya kaynıyorlar" diye mırıldanmak olur.
-Önüne gelen dilenciye para vermemeyi kafasına koymuşsa bile dilenci gelip gidinceye kadar geçen süre ona yıl olur. (hevesli bardak)
- Eve gelen temizlikçi kadına en kibar davranan kişiler bu ince ruhlulardır. bir şey isteyemez, camları iyi silmemişsin diyemezler. (sinefilim)

Siz de katkıda bulunun, coşturalım.

Bıyık demişken

Sevgili arkadaşlar, şu altta gördüğünüz babayiğitin adı Maynard Billy Hickory. Kendisi Louisiana eyaletinde ikamet ediyor. Redneck'leri tespit etme ve geliştirme spor kulübünde santrfor olarak görev yapıyor. En ünlü aforizması bıyıklı olunmaz bıyıklı doğulur. Kendisine buradan öpücüklerimizi yolluyoruz. Öpücük.

21 Kasım 2010

Bir bayram daha bitti ve...

...görgüsüz arkadaşlarımız hemen kendilerini belli etti.
Bu bayramda İstanbul'da süzüldüğümden midir nedir, foursquare'li ve @'li tweet'ler daha da bir gözüme batar oldu. Nerede olduğunu ve nassıl eşşekler gibi eğlendiğini herkese gösterme çabası zaten toplumun kanayan bir yarası. Sanırım İslam aleminde bu zekat verip herkese söylemek gibi bir denyoluğa tekabül ediyor.

Ben gitmiş olsam aynı hevesle ayfonuma sarılıp tivitlere koşar mıydım acaba? Bu yazı, koşmayacağım ihtimali üzerine kurulu açıkçası.

Fekat bu bayramda ben bir yerlere gitmiş olsam ve sevincimi herkesle paylaşmak istesem şöyle tivitler yazmam muhtemeldi.

- new york i love you.
- barça'da katalanca öğreniyorum.
- what happens in vegas stays in vegas.
- beatles'ın doğduğu yerdeyim...
- kış günü güneşlenmek gibisi yok! evet dubai, sen teksin.
- sistine chapel'deki tarihi doku beni benden aldı.
- @wembley stadium with zillions of others
- inanamıyorum champs elysees'deki virgin megastore kapanmış!!!
- saatlerdir rötar yüzünden havaalanındayım. #thy

Sevimsizlik hüküm sürüyor.

11 Kasım 2010

Hipnotize olacaksınız!

Mesela eve gelmişsinizdir, yarına yetiştirmeniz gereken iş vardır ve canınız hiç iş yapmak istemiyor. Ama HİÇ istemiyor. Düşünün, o kadar istemiyor ki, vicdan azabı çekmemek için başka bir şey de yapmıyorsunuz. Hayata üşeniyorsunuz. Sorumluluk bir çığ gibi omuzlarınızda büyüyor, altında eziliyorsunuz.

Buna bir parametre daha ekliyoruz. Aslında 1 saat sonra dışarı çıkacaksınız. Ve yetiştirmeniz gereken iş var. Dışarı da çıkabilmelisiniz. Ama işi yapmazsanız dışarı da çıkamazsınız.

O yüzden anlamsız yazınıza son verip, işinize bakıyorsunuz.

İşte bunlar da hayatın eğlencesi, macerası.

10 Kasım 2010

Alacaklı Boba

Mustaş nasıl değişikliklere yol açıyor





TBWA Singapur'dan çıkmış bu ilanlar. Kanser araştırmalarına destekli kampanya. Tam bir reklamcı farkedişi var, ooo bıyık, gibi. Üstüne sündür sündürebildiğin kadar. Fena kafalar değil ama.

Love don't live here anymore

Siz bana diyim emoğ, ben size diyim gafasız. Neyse, neticede çok çok güzel bir cover, paylaşmayı görev bildim.

09 Kasım 2010

Keşif

Az önce inception şeklinde kafa ütüleyebilme kudretine sahip olduğumu keşfettim. 30'a gelmeden farkettiğim iyi oldu.

26 Ekim 2010

Afedersiniz...


Şu an öyle bir an ki malesef ölümsüzleşmesi gerekiyor.
Ama anın bir esprisi yok.
Bir espri olur mu diye bekleyeceğiz kısacası.

Yine bir düşünceler geçidi... Serbest atlayış.

- Gerçek hayatta Gtalk'ta konuştuğum gibi konuşsam... Mesela arkadaşın kapısında "geldim ben saygısızca aldatmanın tadına varınca" desem. Demesem.

- Guitar Hero'da expert'te çok ama çok zorlanıyorum. Gözüme koyduğum, o çok sevdiğim şarkıyı bitirmeye çalışıyorum 1 saattir ama ollllmuyor. Practice modunu açtım, orada çaldım, şarkıyı açtım. Bitmedi. Bitiremedim.

- Eskiler "Bir insanı tanımak için onunla tatile çık" derler. Artık daha kolayı var: Bir insanı tanımak için onunla metroya bin. Beraber peronda bekleyin. Tren gelince ne yapıyor bir bakın. İnenlere yol veriyor, sonra kendisi biniyorsa tamamdır. İnsanları yara yara içeri giriyorsa sıkıntı çok ama çok büyük. Moronluk desen var, öküzlük desen var. Varoğlu var.

- John Lennon yaşasa bugün 70 yaşında olacaktı. Canlenın. (ı-ıh donny; v.i. lenin)

- Amy Winehouse'ı anası doğurmamış, sıçmış. Ama sahiden de öyle değil mi yaa...

- Neden bilmiyorum ama Space Jam'in soundtrack'i var bende... (...(...(... -inception

- Californication harika bir dizi ama o David Dukunov çirkin lan?

25 Ekim 2010

Kış Düşmanlığım



Her arkadaş grubunda vardır en az bir İskandinav. Bu İskandinav arkadaş soğuk havayı sever, kış çocuğudur, yazdan tiksinir filan.
Hey yarabbim.

Ben sevmiyorum. Neden sevmiyorum? Kışın nesini sevmiyorum?

- Kapalı ayakkabılar giymenin getirdiği soket çorap zorunluluğunu sevmiyorum. Ayak bileklerinde çorap lastiğinin oluşturduğu izi sevmiyorum. Eğer çorap lastiği çok sıkıysa ayak bileğini sürekli kaşımak istemeyi sevmiyorum.

- İçimize kalın kalın kıyafetler giyip metroya girdiği anda “ter boşalması” durumunu sevmiyorum.

- Montların, gocukların sigara kokmasını sevmiyorum.

- Kar yağdığında yavaş ve dikkatli yürümek zorunda olmayı sevmiyorum.

- Kar topu atayım mı he? yavşaklığını sevmiyorum.

- Kedilerin, köpeklerin, evsiz ve barksızların dışarıda soğuktan kıvrandığını görmeyi sevmiyorum.

- Vestiyere üst baş bırakmayı sevmiyorum.

- Belim açıkta kalınca hemen üşütmeyi sevmiyorum.

- Külotlu çoraplara yoldan sıçrayan minik çamurlu damlaları sevmiyorum.

- Sabah yataktan kalkınca yüzümü yıkamak için suyun ısınmasını beklemeyi sevmiyorum.

12 Ekim 2010

Her Yiğit'in bir yoğurt yiyişi vardır.


Reklam ve spor camiasının başarılı ismi...
Karizmasıyla kitleleri etkilemeyi başarmış biri...

Ama gel gör ki, o da tekneden suya çivileme atlıyor.
Hem de bu işi yaparken burnunu da kapatıyor.


Yani neymiş, o kadar para da kazansak, yine de eski alışkanlıklarımızı terkedemiyoruz, bize has olandan vazgeçmiyoruz.
Kimbilir ne çiviler gördü o beden bu zamana kadar...

Yiğit Şardan'ı tebrik ediyoruz buradan. Ünlü çivicilerimiz arasına adını altın harflerle yazdırdı. Yanlış olmasın, ben de çiviye gönül verenlerdenim. Dalga geçmiyoruz, bilakis, kendimizden bir parça gördüğümüz için hemen paylaşıveriyoruz.

11 Ekim 2010

İlk hedefimiz sondan ikinci olmak




Adından anlamayacağınız üzere bir yarış oyunu olan Blur; ismen, sizi hızla sollayan arabaların yanınızdan geçerken bulanık görünmesini anlatıyor.

Online olarak multiplayer oynanabilen bu Blur, baya bildiğin zor. Buff diyebileceğimiz Power-up'larla öndeki araca ateş edebilir, nitro hızına ulaşabilir, mayın bırakabilirsin vesaire.

Fakat multiplayer'da %85 hep sonuncu oluyorum anasını satayım?!? Arada sondan ikinci olduğumda bazen görüyorum ki sonuncu kişi disconnect olmuş, o yüzden sonuncu... Herifler köppek gibi oynuyor.

Aaah ah. Ama güzel tarafı oyundan sıkılmıyorum. Yenilen pehlivan misali. Çok güzel. Öneririm.

06 Ekim 2010

17 Eylül 2010

Esentepe Etekleri


Artık ben de Esentepe gomiklik dünyasından ünlü isimlerin buluşma noktası Esentepe Etekleri'nde yazıyorum. Bekleriz.

15 Eylül 2010

14 Eylül 2010

Badem gözlüm

Direkt kesekağıdı.

Cafer

This is what happens when you fuck a stranger in the ass.

Tüm kanayan kadınlara

Sıradaki şarkımız bu ay geciken, feyk atan, ama hiç ummadık bir anda geliveren tüm menstrüasyonlara geliyor...

At last, my period has come along,
My PMS days are over
And life is like a song...

Plajların Efendisi Trilogy



30 Ağustos 2010

Anılarımız bacılarımız


1. Ben stajyerken, bir Türkiye tanıtım konkuru için çeşitli konsolosluklara telefon ediyor, bir takım veriler istiyordum kendilerinden. Türkler açıyordu telefonu, "böyle böyle, bir konkurumuz var, sizden alabileceğimiz bilgisi geldi" filan açıklamaları yapıp, iletişim bilgilerimi verip telefonu kapatıyordum. Neyse hangi konsolosluktu hatırlamıyorum, neticede yabancı birine bağlandım. Meramımı İngilizce gayet tamam bir şekilde anlatmaya başladım. Ta ki "KONKUR" kelimesine gelene kadar. Göt oldum göt. Contest mi demedim, competition mı demedim, bidding mi demedim. Ama sanırım en güzeli "ya tutarsa" mantığıyla ortaya atılmış "KANKÜYR" idi...

2. Benisyo ile Paris'ten Barcelona'ya tren bileti alıyorduk. Direkt ulaşım yoktu. Marsilya'da inip yeni trene binecektik. Marseille'in Marsey gibi okunduğunu biliyor, ama telaffuz etmeye utanacağım kadar kısıtlı Fransızcamla bir Fransıza tere satmanın yakışıksız olacağını düşünüyordum sanırım... Ve sonuçta ağzımdan "Marrrrsiiilll... ya" sözcüğü çıktı. Olayı bir boyut ileriye taşıdık. Port Bou adlı mekana aynı Fransız adam Porbu derken Benisyo ısrarla PORT BÖ deyip durmuştu. Ah şu biz karabıyıklı Türkler...

KONUYLA İLGİLİ EDIT: Çok sevdiğim dostum Farelcan'dan konuyla ilgili bir anı geldi. Kendisi de zamanında loudspeaker kelimesini hatırlamayıp "hoopırlöür" demiş bulunmuş. Hem de Dave Mustaine'e. Dave Mustaine de durur mu, yapıştırmış cevabı: [sessizlik]


Hangimizin bir tren garında artistik kaygılı bir fotoğrafı yok ki...

23 Ağustos 2010

Jarvis'in Minime'si

Ağlatır

Julie Güzelses. Günümüz gençleri pek bilmez...

18 Ağustos 2010

İş yaparken feci şekilde can verdim.

Hiç haddim olmayarak chick-flick janrını aşağılamak isterdim ancak hangimiz chick-flick seyretmedik ki bazen? Mesela erkek arkadaşımın şehir dışında olduğu zamanları seçerdim bu chick-flick'leri seyretmek için, ki hızla soğunmasın benden.

Neyse, 90'lar chick-flick'lerinden What Women Want'ı biliriz. Mel Gibson biraz angutundan bir kreatiftir, bir babunun kalbine sahiptir. Vs vs. Nike reklam filmi çekerler, sloganı "No Games. Only Sports" olur filan.

Burada adama elektrik çarpar, ruhani bir an yaşanır. Düşünceleri duymaya başlar, telepat olur.
Kadınlar ne ister hiç bilmezdi bundan önce Mel Gibson.

Şimdi bu konuyu benim az sonra anlatacağım içinde bulunduğum duruma uyarlar isek;
Kadınlı madınlı bir durumumuz var. He ama, kadınlı madınlı.

LAN...

Ajanslarda araştırma diye bir şey var. Hani markaya uygun bir kadın profili ortaya çıkarır bu araştırma ve tüm iyi olabilecek fikirlerin amına bile kor icabında. "O markanın kadını" şöyledir, böyledir, yaratıcıdır, dokunduğu her şeye iyilik bulaştırır, hobileri arasında gazoz şişesinden flüt yapmak vardır... Bir süredir böyle bir kadınım var benim. Onunla yatıp onunla kalkıyorum. Akşam küfrediyorum, sabah küfrediyorum ona. Lanet olasıca bir kadın... He bunun sorumlusu da strateji departmanıdır. YES İT İZ!

Şimdi soruma geliyorum.
Ben bir kadınım, o markanın kadını da bir kadın,
PEKİ NEDEN BU KADINI BEN BİLE ANLAYAMIYORUM ARKADAŞ?

Bu kadına "sorun sende değil, bende" yapacak kadar bile acıma duygum yok, çünkü ben hayatımda bu kadar standart kadın görmedim. Asssiktir oradan kısacası.

O kadını sıçarken hayal ediyorum bazen... Ve gülüyorum.

14 Ağustos 2010

Kadınlarda ahbaplık dozaşımı

Of çok uzun cümleler biriktirmiştim bu blog'a, yazmaya başladım ancak inanamazsınız bir sıkıldım, bir sıkıldım. Özet geçeyim onun yerine ve bazı resimlerle açıklayayım.

Arkadaş gibi yaklaşıp size su sızmaya çalışan adam.



Dude olurken seksapelinden ödün vermeyen kadın. Ya da tam tersi.

03 Ağustos 2010

Freefall #2 (Bu kez şoförümüz Shuffle)

Foals-Cassius çıktı bir anda, bir dinazor görüyorum, mor olabilir, heroin hero oyunu vardı, carry on my wayward son sözlerini ezberleyip tatile çıktım, yüzmeyi sevmem, hep boynum ağrıyor, sirdalud bunun cevabı, rusça olduğunu gördüm, müzik olunca kendi düşüncelerini dinleyemiyorsun hep başkalarının arabasında seyahat ediyorsun, o yüzden belki gemiye binilebilir, hem gemiyle güney amerika'ya gidilebilir, gidilip puro sarılabilir hiçbirşey yapılamazsa, ama sonra meksiya'ya gidip la santa muerte'ye tapmaya başlarsak ne olacak, ben tapabilirim, eğer uyuşturucu baronları can güvenliğimi sağlayacaklarsa, ama meksika deyince hep bir evlilik geliyor aklıma, bak karşıda bir televizyon var ve kapalı ama bazen yine de ona bakarken buluyorum kendimi kısa bir süreliğine, buna yirmibirinci yüzyıl piçi derim geçerim normalde ama öyle değil, siyah olması çok ilgi çekici bence kapalıyken, açıkken çok renk var üstünde, gece olunca da öyle, karanlıkken renk yok hem, rengin kaynağı ışıksa, o zaman kutuplarda yaşayan insanların renk algısının bizden farklı olması gerekirdi bence, bu işte bir enayilik var.

27 Temmuz 2010

Hitabül

Geçen konuştuk. "Hitap kelimelerimizden en çok hangisi kullanılırsa kıllanırsın?" başlığı altında bir anket açtık. Seçeneklerimiz
a. Abi (Ağbiie)
b. Moruk
c. Ajan
d. Hacı

idi. Ben ajan denince bir kıllanırım. Birimiz moruktan kıllanıyormuş. Peki ya siz?

14 Temmuz 2010

09 Temmuz 2010

Mine Çayıroğlu ve kaşları

Mine Çayırkaş. Tıpkı Oya Küçüses gibi.

06 Temmuz 2010

Nekroppaşa


Cumartesi gecesi beni et-ete Peyote'ye gitmek zorunda bıraksa da, Nekropsi konserinde çok eğlendim. Yeni amma eski albümleri 1998'in tanıtımı için üst üste 2 gün verdikleri konserlerin 2.siydi benim bulunduğum. Gerçek fanboy'lar gibi en önden izledik. İyi de öyle yapmışız. Neyse ne diyorduk, yeni albüm; 1998. Ya da çok keşfetmemişler için Nekropsi.

Sevgili Örgüt, birkaç güzel fotoğraflarını çekti sahnenin. Buyrun.

Bu arada Nekropsi, zevkle dinlediğim tek Türk müzikal oluşumu. Söylemiş miydim?



28 Haziran 2010

Kamerun ulusal marşı

Akneler sarmış dört bir yanımı,
Sıktığım her yerde izi duruyor.

21 Haziran 2010

Güzel şarkıdır şimdi.

Radiohead "House of Cards" from Justin Glorieux on Vimeo.



Çirkinlikte yeni bir mihenk taşı


At patisi ayakkabısı kadar iğrenç bir ayakkabı daha görür müyüm diye düşünürken, karşıma bunlar çıktı. Üsttekine özel ilgi ve sevgisizlik.

14 Haziran 2010

Digiturk HD filan, Suada, yanlış bilgi, ne?

"Digiturk'un yeni HD kanalının açılışı şerefine Çarşamba günü Suada'da yapılacak partiye LOST dizisi oyuncuları geliyormuuuş" diye bir haberle çalkalandım bugün. Alelade bir haber sitesinde gördüğüm haberde "dizinin Ben'i" tamlamasını gördüğüm anda mekana gitme gitme hevesiyle yanıp tutuştum. Gerekli ayarlamaları yapmaya kalkıştım. Mesaj filan attım bu uğurda! Düşün yani, telekomünikasyon. Vay be.

Gel gör ki haberi götümlen okumuşum. Sayid ve Jin geliyormuş bi'. Bir de the OC dizisindeki Chinolu davsın Ben McKenzie. Hevesim nasıl kursağımda kaldı anlaşılması mümkün değil. Gerçi giriş ayarlayamadığım için biraz sevindim de. GERÇİ Jin'e "güney koreli kardeşim bana bi' ADAZZ desene allasen" demesi de eğlenceli olabilirdi. Ama Sayid be? Yahu bir de Sayid'i beğenen kızlar var biliyorsunuz değil mi? SAYİD'İ BEĞENMEK diye kitap yazılabilir hümanizm üzerine bana kalırsa. Adam sürekli terli ve briyantinli görünebilmek konusunda bir uzman.

Bu da böyle bir anekdot idi. Geldik bu yazının sonuna. Ama blogun sonuna geldik mi, hayır. Sanki maaş alıyorcasına buraya sayfa sayfa yazmak da ne büyük idealizmmiş arkadaş. Tıpkı Jack Bauer'ın da söylediği gibi "Sizin bu yazıları okuduğunuzda yüzünüzde oluşan o tebessüm var ya, işte o benim ödülüm". Yaşasın çirkinlik.

11 Haziran 2010

Sorunlu çiftlere Jack Bauer'dan tokat gibi terapi


Cheaters diye bir poroğram vardı hatırlayana. Şikayetçi eşler, rahatsız oldukları eşlerinin peşine Cheaters ekibini musallat ederlerdi. Sonunda da gafil avlarlardı.

Şimdi diyorum ki, ideal bir dünyada, bu Cheaters programının sunucusu Jack Bauer olsun. Bauer'a hamfendiden telefon gelsin ve olaylar gelişsin.



"Merak etmeyin hamfendi, Cheaters ekibi olarak icabına bakacağız, you gotta trust me on this "


"Oha çok kızdım ulan!"


"Chloe, duyuyor musun beni, we found our leverage"


"Sok o parayı cebine geri, arıyorum hamfendiyi. American government does not negotiate with terrorists."


"Bir daha olmasın, önce dizine sonra çüküne sıkarım. There are millions of people's lives are at stake. "


"Ücretim ne mi? Hamfendi, yüzünüzdeki şu minnet dolu ifadenin bendeki yansıması var ya, işte o benim ödülüm "


İşte bir Cheaters programının daha sonuna geldik. Çantamı alır giderim.

10 Haziran 2010

Her Sunumun Kahramanı


Arkadaş meclisinde nakadar muhabbetşinas, alkışlarla yaşayan ve teyatral bir insan isem, iş ortamlarında bir o kadar ketum, bir o kadar kekemeyim. Bu yüzden reklam yazarı olmaya karar verdim. Sandım ki ben sadece yazacağım, müşteri temsilcileri anlatacak. Malesef hiç öyle olmadı. Önce kreatif direktöre, sonra müşteri temsilcilerine, sonra ajansın büyüklerine, sonra da müşterilere anlatmak sorumluluğu doğdu. Ve gitti o "cool" kreatif duruş, geldi yerine ilkokulda sınıf önünde boğazdaki yumru, boncuk boncuk ter ve Müren vibratosu.

Bundan kaçınmak için türlü yöntem denedim. Kağıda yazdım, ezberlemeye çalıştım, evde anlattım senaryoyu, kendi kendime anlattım filan. Ama nasıl desem, hep BOK GİBİ oluyordu. Bir türlü istediğim Don Draper lafıgediğineoturtmacılığını elde edemedim. Senaryo anlatma işinden hep kaçtım, hep kaçtım. Herkesin iyiliği için.

Sonra gün geldi çattı. O hiçbirşeyi almaz müşteriye anlatılacaktı senaryo. Bu seferki stratejim heyecanlı ve senaryosunu umutla anlatan genç reklam yazarı olmak değil, bok gibi bir suratla, almazsanız almayın lan diyen bir ifadeyle hırt gibi anlatmaktı. Ve öyle yaptım. Performanslarımın en iyisi oldu. Gerçi yine kötüydü de. Vibratodan iyi oldu her şekilde.


Beni geçelim. Kayıp vakayım. Sikko bir film vardı Keanu Reeves ve Charlize Theron'un oynadığı. Charlize, pis reklamcı Keanu'yu bir ay içinde adam etmeye baş koymuştu. Filmin başında Keanu'nun müşteriye bir sunum sahnesi vardı. Yılların köklü aile sosis markasına imaj kampanyası hazırlamışlar; sosislerin üstünde rodeo yapan ablalarlı filan, buram buram porno. Aman diyim, bu Keanu gerzeği nasıl bir gazla, efendime söyleyeyim, böyle tam bir bokunda boncuk bulmuş vücut diliyle anlattı o fikirleri. İşte o zaman dedim, İĞRENÇ. Uzun zamandan beri böyle reklamcı artislikleri, bok püsür, hiç hazzetmem.

Sunum anı.

Gel gör ki, LAZIM.

Sunum için doğan arkadaşlarımız da var, biliyoruz. Öyle bir sunum hazırlarlar ki, öküz gibi bir giriş, bir özgüven patlaması. Araya serpiştirilmiş kocaman sözcükler, hepsi caps lock. MODERNISM... 21ST CENTURY... NEW TRENDS... BUT WHAT IF... Bu majisküllerle devleşen bir sunum olur o. Yüksek sesle anlatırlar, sesleri titremez. Harikadır. Uterustan eller havada çıkmıştır. Dinleyenler Black Hole Sun kastı olurlar. Ben de aradan iki şut çekerim ezik anlatıcı olarak. "Eed ya" gibi. O dev sunumun yanında zibidi gibi kalırım. Çıta çoktan yükselmiştir. The Sunum and the Kaybeden.

THE END.





Tighten Up aslında ne anlatmak istiyor?

The Black Keys'in Tighten Up adlı şarkısını üşenmedim, Türkçeleştirdim. Ve haikulaştırdım. Sonra haiku dokusunu bozdum. Aferim bana.


-Kendine Gel Bir Zahmet-

Aşk dedim, aşk istiyorum dedim.

Jötem, ille de jötem.

Gerçek aşk öldü dedi zibidinin biri.

Aaa, aşk olsun. Ölürüm sana.

E daha ne yapayım?


Bedenimi al, ama ruhumu nah alırsın.

Seviyorum çünkü allahın belası.

Kendine gel, çok manitacısın.

Manitacısın, adamlar haklı beyler.


Günlerdir hastayım hasta.

Canım ister pasta.

Bir pasta yapsana?

Ha?

Yap be?


Ben de çok manitacıydım gençliğimde.

Kralı gelse yine manitalara bakardım.

Ben sıramı savdım.

Artık sıra yeni nesilde.

Bokumda boncuk bulmuş gibiyim, anla artık.


Laf olsun diye konuşuyorum.

İş olsun diye takılıyorum.

Biz de biliyoruz lan.

Yüzüme vurma.


Bak illa ananla babanla tanıştırmasan da olur.

Böylesi de güzel.

Tanışmamazlık da etmem, yanlış olmasın şimdi.


The Black Keys - Tighten Up - Official Video from Chris Marrs Piliero on Vimeo.

İç toplantılarda dikkatleri üstüne çekmeden eğlenmenin sırları


-Telefonunuzla, varsa iPhone'unuzla oynayın. Sesini kısmayı unutmayın. Ekranını kabak gibi açık tutmayın. Not alıyor gibi bile görünebilirsiniz doğru açıyı yakalar iseniz.

- Telefonunuzla oynarken yanlışlıkla(.) müziği açın, 5 saniye de olsa bir anda Radio Gaga yankılansın ama pardon filan edin, kapatın. Toplantılarda Freddie Mercury etkisi büyüktür. Herkese neşe katar.

- Kendi önünüzdeki teknolojik aleti tüketin, yanınızdakinin iPad'ine filan sardırın. "Abi sana çok komik bişey göstericem" deyin ama toplantı tam olarak başlamadan önce yapın bunu. Toplantının başlangıcını bu yolla geciktirin.

- Tabii ki kalem ve kağıt getirmeyin. Getirirseniz de meme filan çizin, birbirinize gösterin, gülüşün.


Çok ilgili olduğunuzda aynen böyle görünüyorsunuz, haberiniz olsun.

- Dikkatli dinliyor görünmek için kaşlarınızı çatıp gözlerinizi kısın. Hatta bir de; sunum yapan iş arkadaşınız tam konuşurken yansıttığı görüntüye, konuşmazken de gözüne gözüne bakın, onun için challenging olacaktır ve üstünüze varmak istemeyecektir.

- Sunum yapan arkadaş tam konuşurken bir soru sorun. Sonra "soru neydi" diye sorduğunda "önemli değildi, cevabımı aldım" deyin. Hem onu mutlu edersiniz, hem de yine ilgili görünürsünüz.

- Sorusu olan var mı? dediklerinde "Harikaydı müthişti" deyin ama sunumu yapana sigara molasında dadanın o ne bu ne diye. Böylece hem duble ilgili görünürsünüz, hem de 1 saat boyunca size anlattıkları şeyin özetini 5 dk içerisinde alırsınız. Hızla.

- İçeceğinizi yanı başınızdan eksik etmeyin.


Şimdilik bu kadar. Müşterili toplantılarda minimum zevzeklikle maksimum zevzekliği yapmayı bir sonraki yazımda paylaşmak üzere.



09 Haziran 2010

Bir Workshop'a katılmaya göreyim, kendimi vurasım gelir.


Oldum olalı, workshop'tır, eğitimdir, stajdır, atölyedir, yarışmadır, gençlik kampıdır, bu tür şeylerden hiç hazzetmemişimdir. Öküz geldim öküz gidicem pahasına da olsa bunlara katılmam. Gel gör ki, iş dolayısıyla bazen zorla götürüyorlar. Hem de markaların eğitimlerine gitmek zorunda kalıyorum böyle kekoş gibi, nasıl nefret ediyorum hayatımdan. Tüm öğrencilik hayatımda karşı durduğum her şey, o yabancı ve hareketli eğitmen, o Amerika'daki eğitiminde edindiği aksanı ortaya yapıştırma heveslisi kadın, o kendini iki cümleyle tanıtmalar, hatta tanıtırken espri yapanı, yapamayanı, alkış tutanı. Anlamıyorum ki, eğitmeni mi sikeceksiniz?

Hayatta nefret ettiğim ne kadar tip varsa alıp toplamışsın hepsini bir yere. 7'den 70'e bir de. Kaç yaşına gelmiş kadınlar, hoppidi hoppidi sevinirler her boka. Cıkcık. Öğle yemeği olunca filan da sevinirler. Yanında oturduklarında yalandan eğitmeni çekiştirirler "lan tipe bak lan ehehe" diye ama herif iki kaş göz etti mi kızarıp bozarırlar bunlar. Bunlara gangsta's paradise stayla da sökmez. Gruplara ayrıldıktan sonra işi taşağa vurma çalışmalarınız 5 dk sürer, hemen hadi işe dönelim diye bozarlar. Orada da günün gerizekalısı gibi durmamak için götünüzden birkaç şey sallarsınız. Ama sigara içmek için çıkarsınız edersiniz, öf ve pöf bir gün olur o.

Bir de ısrar ederler yahu!
-Aaa katılsana çok faydalı bak, ben de katıldım onlara çok faydasını gördüm.

Ne biçim iş lan o. Haydi herkes ayağa kalksın, bir çember oluşturalım, birbirimize top atalım ve bakalım neler olacak. Bu nasıl hasta bir zihnin ürünüdür ve her fırsatta bir çember oluşturmak istersin ve top atmak istersen birbirine.

Ulan işte verimlilikle çember ve topun ne alakası var? Bunca sene psikoloji eğitimi gördüm, bize bir terapi yöntemi olarak "top ve çember"den bahsetmedilerse bunun tek sorumlusu cani Amerika olabilir ve yeni Mor ve Ötesi single'ında işlenebilir bu konu.


"Haydi herkes buraya gelsin ve bir çember oluşturalım"
-SIRRI ÇÖZÜLEMEDİ.-

Eğitimlerde verilen sertifikalar vardır. OHA NE BAŞARILISIN kağıdı.

Unutmadan, eğitimlerde kurulan samimiyetsiz ilişkileri direkt santrfor yaparım dandiksporda. Bir günlük samimiyetten öpüşerek ayrılır insanlar milletvekilleri gibi. Aa kesin görüşelim valla filan derken arkanızda duman bırakarak kaçarsınız mekandan. TAKSEY! diyerek. Bir de tanıdıklarla karşılaşma durumu var ki, arkadaşını tatilde tanıyacaksın derler ya, yalan. Arkadaşını eğitimde tanıyacaksın. Yüzündeki heves, gerzek skalasında nereye oturuyor bir bakacaksın. O eğitmeni dinler gibi hiç seni dinlemiş mi hayatında, bir ona bakacaksın.

İşte böyle. Nerede bir eğitim, orada direkt Arka Sıradakiler'e bağlarım.

Ayılar

Ayıları ne kadar sevdiğimi hep söyledim.
Ayı dedim, sevdim dedim.
Sevdiğim ayıları dizeledim.
Yenileri eklendi listeye.


Grizzly ayısı severim.
Deniz ayısı severim.
Bir ayı olarak kendimi de severim.

Ayılık sevmem ama. Ayı severim.
Nadir de olsa bazen ayılık da severim. Ayısından ötürü.

Ayıya dayı demem.
Ayıya ayı derim.
Dayıya aydın derim.


Bence ayıları dansettirmek çok ayıp.
Dansöz dediğin kıvırmasını bilecek.
Dansözlere ayıp.
Yalan söyledim.
Tabii ki ayılara ayıp.
Binlerce dansöz var.
Ama ayıların nesli tükenebilir.
O zaman tüm ayılar olarak birleşelim.


Detroit'in bağrından nene hatun vokali ve cayır cayır gitarıyla.

Jack White'ı ne kadar sevdiğimi bilen bilir. Hatta kendisinin bir fotoğrafını bulup benim bir vesikalığımla yanyana koyup "abim" demişliğim de vardır. Kendisini sırasıyla White Stripes, Raconteurs ve şimdi de Dead Weather'la anarım. Bir tek Raconteurs'ü canlı izleme şansına eriştim, ondan sonra da dadandım tabii ki Broken Boy Soldier'a.
Neyse, Jack White'a saygılarımla kapsamında sevdiğim birkaç videoyu paylaşmak isterim bu vesileyle:


- Treat me like your mother - The Dead Weather



- "Who says you need to buy a guitar?"- It might get loud



- Blue Veins - The Raconteurs



- Under Great White Northern Lights Trailer



- Conquista (İspanyolca Conquest) - The White Stripes



Aslında daha ne video'lar var paylaşılası, ama sansürspor buna izin vermiyor. Ayrıca Jack White'ın bir takım filmlerde bulunduğu sahneleri de koymak isterdim ama yine youtube'daki enayilik.
O filmler; biri Meg White'la birlikte bulunduğu Jim Jarmusch'un Coffee&Cigarettes, diğeri de Walk Hard: The Dewey Cox Story, Elvis rolünde. Kral yani. Kralı gelse diyor. İsterseniz izleyin.





08 Haziran 2010

Handsome Men's Club

Gökhan Yücel paylaştı, Ali Bozkurt bilgisayarında göstermeye çalıştı ama sesi açmayı unuttuğu için olmadı, sonra yine Gökhan Yücel gösterdi. Ve hepimiz güldük.
İşte Handsome Men's Club.

Bir yakışıklılar geçidi.


Ratatat'ın LP4'ü üzerine bir güzelleme yazmak isterdim ama...

Malesef yazdıklarım yüzeysel zırvalamaların ötesine geçmeyecek. O yüzden ben diyim "Şogüzel", siz deyin "Valla şogüzel.

Hadi bakalım. Yüksek sesle dinleyelim. Ajanstaki yeni ve memnuniyetsiz ifadeli kadın kişi gelsin kızsın sonra, "Müziğin sesini kısar mısınız?" desin. Siz de bütün gün arkasından konuşun. O kadar da sahiplendik bu albümü, hanicesine. Örnek için;

07 Haziran 2010

Çiftleşin artık be.

Sizin mahalledeki kediler nasıl?
Bendekiler orgy halinde mütemadiyen. Gece 12'den sabahlara kadar etinden et kopartılıyorcasına bağıranlar var bir de, onlarla sevişmiyor sanırım kimse. Onlar da tepkilerini "NEWYOOORK! IOWAAAA!" şeklinde koyuyorlar tüm mahalleye. Arada gelip bir kedi sataşıyor, beğenmiyorlar mıdır nedir, iki tokat çarpıyorlar sanırım, 10 saniye sustuktan sonra inceden bir "wyomiiing" sesi geliyor çocuktan.

Bir verin de rahatlayın anacım. Çeneye vurmasın.

02 Haziran 2010

Kanayan yaramız: Twitter mı, Blogger mı?

Haydi bu başlığa uygun en klişe girişi bulmaya çalışalım...

Take 1: Twitter çıktı, mertlik bozuldu...

Take 2: Eskiden buralar dutluktu.

Take 3: Bloglar çiçek gibidir, su ister.


İşte Blogging aktivitesi ile ilgili sorun burada. Sadede gelene kadar yardırmak. Ve birçok zaman da bu yardırmalar keyifsizdir, yazmaya yeni başlamışken yazınızın ne kadar sikko olduğunu farkedersiniz ve taslaklarınızı süsler o giriş metni. Dönüp dönüp bakarsınız, kurtarılabilir mi acaba diye bir umutla açarsınız ama nafile. Silmeye de kıyamazsınız. Geçmişin kara sayfasıdır. İstenmeyen üvey evlattır adeta.


Blog'la ilgili sorunum buydu. Gelelim Twitter'a.

Holey! Günlerdir beklediğiniz ve midenizde neredeyse kelebekler uçuşmasını sağlayacak dizi finalini izlemektesinizdir ama yaratıcı kamçı veyahut parodi arzusu veyahut smart-ass olma tutkusu önce ruhunuzu, sonra bedeninizi ele geçirir. Önce size en yakın mobil aygıttan (benim durumumda bu bir aytek) o "çok gomikh" şeyi yazmaya girişirsiniz ama aytekte copy paste de zor, ergonomisinde 10 parmağa izin yok, klavye gibi değil ki yavrum. Başlarsınız yazmaya. Bir anda home'da da mesajlarınız dikey menemen testisi gibi hizalanmış olur. Utanmadan, ayı gibi yazmışsınızdır. Büyük ihtimalle sıralamanızı görenler arkanızdan konuşuyor. Onların "home"'unun halısının ortasına sıçmışınız gibi. İşte bu kez de sizi sarıp sarmalayan şey: Twitter utancı.

Hiçbirimiz mükemmel değiliz. We are the world.

28 Mayıs 2010

Yaralı Stayla'yı 1 km öteden tanımak.

Hemi de balkondan atlayan, sonra da titreye titreye yerinden alınmayı ve eve getirilmeyi bekleyen yaralı stayla.

14 Mayıs 2010

Size Esau deneceğine dair bir takım duyumlar aldık.

Utanmadan karakterlerde Jacob ve Man in Black yazıyor. imdb'yi bile zor duruma düşürmektir bu. Oysa ki hangi man? Bu mu oldu kısacası karakterimizin ismi? "Man in Black, oğluum, gel ağda yapıyorum, fazla yapmışım, yirsin sıcak sıcak"

Richard Gere Mickey Mouse'u gördü mü? Issız acun kaldı mü?

Bilemedim.


Bir şehir efsanesi var ki, yıllardır birçok insanın ağzında sakızdır.

O da şu ki; Richard Gere zamanında totosuna fare sokmuş dostlar.
1980'lerde kulaktan kulağa yayılan bu Gerbilling aktivitesi, 1990'larda Richard Gere'ın başına bela olmuş. Eşcinsel olduğu iddia edilen Richard Gere, söylenen o ki bu işlemi uygulamış ve istemeden fare insan ruhunun çok derinliklerine doğru yol aldığı için hastaneye gitmek zorunda kalmış. "Richard Gere ve Fındık Faresi'nin yolculuğu" eser de o yıllardan beri hayatımızın bir parçası diyebiliriz.

Geçtiğimiz günlerde Richard Gere konuyla ilgili bir açıklamış, pek açıklamamış;

"There is an infamous 'Gere stuck a hamster up his bum' urban myth. I just decided not to pay attention to any of it. It's a waste of energy."

Türkçesiyle;

"Gere kıçına fare sokmuş" diye rezil rüsva bir şehir efsanesi var. Kendisiyle pek ilgilenmemeye karar verdim ben sadece. Tam bir vakit kaybı.

Acaba?



11 Mayıs 2010

Lastfm yine ağır konuştu


Radyo dinlemeye alışma turumda Sevginin Gücü'nü dinledim. Şu anda da geometrik şekilde artan bir beğeniyle dinlemeye devam ediyorum. Az önce çalan şarkı için song info butonuna bastığımda böyle buyurdu Lastfm. Aa, Gökhan'dan bahsediyi şu anda. İyi akşamlar.

Eksik olmayın

Bob Meets the Beatles

Bob Dylan ve the Beatles cigarasyon yapıyorlar video'su. İzleyelim, eğlenelim.

Bob Meets The Beatles from Dan Meth on Vimeo.

10 Mayıs 2010

Bu kız ileride çok canlar yakacak dedim.


The Lovely Bones'da izleyip oyunculuğu karşısında hayranlık duyguları beslediğimiz Saoirse Ronan (so(a)rşa gibi söylüyormuş adını), tipiyle de hayranlığımızı kazanıyor. Bravosun, conisin Sorşa.