31 Temmuz 2009

Ah özgürlük Vah 3G!

Vodafone'un 3G kampanyasında bir Zülfü Livaneli eseri olan Ey Özgürlük'ü jingle olarak seçmesi gündemime bomba gibi oturdu. Aslında, bundan çok, Ey Özgürlük'ün işveren olarak kendine Vodafone 3G reklam kampanyasını seçmesi kanıma dokundu.
Çakma solculuk yapma isteğimden değil kesinlikle, yalnız bu ne perhiz bu ne lahana turşusu.

Ey Zülfü Livaneli, Ey Özgürlük derken sen, Ey 3G teknolojisinin hayatımıza getireceği, Ey hızlı interneti, Ey tasarladın?

Kabına kacağına ve kuşların kanadına özgürlük yazarken 3G'ye isim çalışması mı yapılıyordu o sırada da, "Biz önden ismi görelim, ona göre logo çalışın" mı dediler?

Tek yol 3G olmuş. Viva la 3G olmuş.
Bundan böyle ODTÜ Stadyumuna hep birlikte 3G yazarız biz ya. Yazarız be dayı be.
Ama ben G'nin altında durucam gibi yapıcam, aslında yumuşak g'yi oluşturucaaaam...
Ay kikikiki allaşkına ne alem kadınım öptm kib byez.

29 Temmuz 2009

Demirtaş Ceyhun'a saygılarla.


Bugün kaybettik.
Tüm sevenlerinin başı sağolsun.

Önceki bir yazımda Yakılacak Adam Aziz Nesin eserinden bahsetmiştim. Tekrar söyleyeyim, siz de okuyun.

27 Temmuz 2009

Marty Mcfly'dan geliyor...


Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime
Perdi-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime

23 Temmuz 2009

Gez-toz diye: Sims 3


EA Games; Challenge Everything diye bir kalıp vardır.
Yıllarca bu kalıbı aşağıda belirteceğim gibi algılamakta direttim ve;
EA Games - Challenge RAM
EA Games - Challenge Görüntü Kartı
EA Games - Challenge oyun zevki.

Meğer EA Games'in ya da Sims'in bir suçu yokmuş. Meğer tek ihtiyaç 2 GB daha RAM'miş. Boşuna günahını almışım. Üstelik 2 GB Ram dediğim şey hiç de pahalı değilmiş. Senelerce çekilen eziyete yazık.

Her neyse.

Sims 2'nin her expansion pack'ini yüklemişliğim yoktur ama hoşuma gidenleri yüzsüce sıralamıştım. Üstelik Stuff Pack adı altındaki zımbırtıları da yükledim; IKEA Home Stuff, Glamour Stuff, H&M Fashion Stuff, Kitchen and Bath Interior vs.

Ama gel gör ki bilgisayar kaldırmadı, RAM de azdı, ben de sıkıldımdı, yeter artıktı derken...

SIMS 3 çıktı şarkılarla türkülerle.


Önce çekindim. Sims 2 bu kadar performanssızca çalışırken kimbilir Sims 3 nasıl da zorlayacaktı ahı gitmiş vahı kalmış bir bilgisayarı. (Üzgünüm Akay ama evet)

Ama öyle değil. O kadar değiştirmişler ki oyunu.
Öncelikle şöyle ki; logolar, packshot'lar demo, sims yükleme ekranı derken, Select Town yerine Select Game seçeneği çıkıyor ve yüklemeye başlıyor. Dev saatler sürecek diye beklenen yükleme kısa bir sürede bitiyor ve Create Sims'e geçiyorsunuz. O da nesi, o da hızlı.

Şehre dönüp, aileyi bir eve yerleştiriyorsunuz ve inanması güç ama o da kısa.
Şimdi gelelim en tricky kısma.

Normalde Sim'inizi evin dışına çıkarıp, misal müzeye, havuza, kısacası ev dışında bir yere götürmek için yine o boncuk mavisi bekleme ekranına aval aval bakmak zorunda kalırdınız. Bu sefer tek yapılması gereken şey "Zoom out". Evet evet, heyecandan ellerimi titretmişti ilk deneyimlediğimde bu yeni opsiyonu. Hoop zoom out, hoop şehirde bir mekan seç, hoop oraya git komutu var, hoop sim ister arabasına binsin, ister taksiye, ister jogging yaparak gitsin, ama gitsin ve gittiğini görelim. Ve bu zoom anlarında her hangi bir rötar yok.

Oynanırlığı mükemmel, hızlı ve kanser etmeyici.
Kariyerler daha incelikle düşünülmüş.

Ayrıca kişilik özellikleri yani trait'ler var.
Birkaç trait'i sıralayayım. Mesela;

lucky
couch potato
genius
virtuoso
flirty
kleptomaniac
...
..
.

bundan daha 40 tane daha vardı yanılmıyorsam.

Karakteri yaratırken yahut büyütürken bu trait'leri seçiyorsunuz. Ve sosyal interaksiyonlar da haliyle bu trait'lere göre yol alıyor. Kariyer seçimleri de.

Mesela artistic olan bir insan CEO olmak istemiyor, rock stardom yolunda ilerlemeyi tercih edebiliyor.

Gardening, fishing, jogging, tinkering, questioning, interviewing gibi yeni aktiviteler de eklenmiş Sims 3'e.

Kıyafet tasarlamaca kısmı ise daha eğlenceli. Hipster çoraplardan tutun, Jackie O. gözlüklerine kadar ne isterseniz teker teker seçebiliyorsunuz.

Bir de negatif bir özellikten de bahsedeyim bari: Oyunun ultra speed'i bile çok yavaş. Bunu biraz olsun yenmek için bulduğumuz bir trick'i alttaki maddelerde paylaşıyor olacağım.

Öz Bilgiler:

-Yetişkin de olsanız, evde aile büyüklerinizin yanında sevişirseniz hoş karşılanmıyorsunuz.
-Şişmanlık hamurunuzda varsa ne kadar spor yapsanız da biraz ara verdiğinizde götü göbeği büyütüyorsunuz hızla.
-Oyunu insan gibi ff yapamamanın acısını ekranı bir çime sonuna kadar zumlayarak, etrafta başka bir şey görünmeden tutmak gerekiyor. Neredeyse 2 katı hızlanıyor bu sayede.
-Bir ocak var ki daha hızlı cooking öğretmekte.
-Rock starlık yolunda iyi ilerlemişseniz sokakta insanlar sizi görünce "Ay! Oy! Bayıliciim galbe!" türü tepkiler veriyor.
-Eve bir maid geliyor ki, aman diyim, malın gözü. Gelince anlayacaksınız. Kate Pistachio. Avatarı var ki bir tane böyle, gözü dönmüş.
-Sims'lerin kıyafet seçimlerine akıl sır erdirilemediği anlar oluyor. Neden evde gece kıyafetini giyer banyodan sonra? Bu bir mesaj mı? Deniz bizi diskoya götür.
-Bir de bu sefer teenage'lik ve adult'lık arasında "young adult" diye bir hayat bölümü var. Ki gayet uzun o da. Genç. Geanç.
-Bir tane kız yaptım aynı Scarlett Johansson'a benzedi. Tüm camiaya selam ediyorum.

Şimdilik bu kadar.
İyi oyunlar.

09 Temmuz 2009

Kuaför yalanları

Kadınları ilgilendiren bir durumdan bahsedeceğim ama içimde uktedir yıllardır.
Bu konuyu bir platformda ortaya koymak istiyorum.

* Bu boya bitkisel!

Sadece sormak isterim, bitkisel ise saçı nasıl siyaha yakın bir halden sarımtıraka açabilir? Kuaförlerimiz bize bu şekilde bir statement yönlendirdiğinde he deyip geçmeyi öğrendik.

* O kadar kısa kahkül olmaz!

Neden olmaz? Kim demiş olmayacağını? Natalie Portman yaparken oluyor da, Dita Von Teese yaparken oluyor, Audrey Tatou yaparken oluyor, bize olmuyor. Kahkül mevzusunda sürekli şöyle bir problem var:

-E daha kısaltacaksın heralde de mi? Gözümün içine giriyor bu?!
Daha kısası olmaz ki. Kuruyunca zaten kısalacak! (Tahayyül edebilitemiz yokmuşçasına)
-Kes sen biraz daha kes.
(Keser)
-Daha da kes.
(Keser)
-Az daha kes
(Bir kez böyle bir şey olduğunda kuaförcağız para almamıştı kahkül kesimim için, gerçekten de kısa ve düz kahkülün o denli rezil bir şey olduğuna can-ı gönülden inanmakta, vayanasını)

* Hızlı uzar yaz mevsiminde!

Caaanım saçlarınızı Tina Turner'a çevirdikten sonra üzülmeyesiniz diye söyler bunu. Bilimsel açıklamasını sorarsınız, sudan der, e ben denize girmiyorum ki çalışıyorum dersiniz, daha çok banyo yapıyorsunuz der, yoo kışın da saçlarımı her gün yıkıyorum dersiniz, uzar uzar der. Öf.

* Kat, gür saçların gürlüğünü azaltır!
or
Kat, cılız saçları gürleştirir!

Ya biri, ya öteki. Peki hangisi. Üstelik, kat iğrenç bir şey. Nefret ediyorum kattan. Zorla kat yaptılar, katsız olmaz dediler. Pekala da oluyormuş. Uzatın geçer. Ne kat kesme hevesiymiş kardeşim. OK! dergisinin Türk jet-seti gibi gösteren bir şey kat. Çok ayıp buluyorum bu kat zorlamasını. Sanırım kat yapmak, kuaförlerin el becerilerini geliştirme ve kendilerine yeni ufuklar açma yöntemi.

Kat keseyim mi? Nooolur keseyim kat. Kat keseyim, kat keserim, kat kat kat.

KESME!


Türk kuaförü usulü katlı saç çok kıro bir şeydir, tıpkı kalıcı makyaj gibi.



* Bu boya akar zaten iki yıkamaya, böyle koyu kalmaz!

Ulan ben 1 saat kafamda kedi çişi kokusuyla geçen senenin Cosmopolitan'larını okumuşum, bari dünkü bok yerine koyma. Senden istenen saç rengi, bildiğin bakır, özellikle belirtilmiş hatta koduyla, 8.44'ü ve 7.44'ü karıştır denmiş, majirel denmiş, kırmızı tonu olmasın, sevmiyorum kendimde vs. denmiş. Yaptığın saç rengi baya garnier kızılı.

İstenen ton bakır bu idi. Bu, o bakırdı.


Başıma gelen ve çekilen de bu. (Memesinde ne var onun be?)


Bu da, bakır rengi olarak arzu edilen saçı kızıl yapan kuaförün son hareketi. Nasıl da şaheseriyle gurur duyan bir şekilde selam veriyor utanmaz adam.

08 Temmuz 2009

Traduttore tiradutore

Çeviri ihanettir.

Bu mottoyu benimsedim diye en azından bildiğim tek yabancı dil olan İngilizce'ye ait tüm edebi eserleri orihinal dilinde okuyorum. (orihinal yazmışım, değiştirmedim çünkü İspanyolca'ya da hakimim gibi tedirginlik okunuyor alt metnimizde)

Hatta İngilizce yazan bir yazara sapkın bir fanboy gibi takılma ve yazdığı ne varsa ardarda hepsini okuma furyasını da başlatan benim (he de geç). Üstelik, sadece eserlerini değil, onlar hakkında yazılanları çizilenleri de yalayıp yutuyorum. Bu şekilde bahsi geçecek olan insanların psikolojik profilleri konusunda da biraz içgörü sahibi olabiliyorum. Hani dil de biraz böyle bir şeydir ya? Koca bir kültürdür aslında, sadece bir dil değildir. Bir yazar da öyledir, sadece bir yazar değildir, bir dünya algısıdır. Algılanmakta olan dünya ise algılayanın gözünden zaten "the dünya" olduğu için, bir yazara "bir dünya" demekte bir sakınca da yoktur.

... Derken işte tam burada konsantrasyon sıkıntısı yaşayan arkadaşlar kendini belli etti.

Oscar Wilde ile vuku buldu bu ilk olarak. Oscar Wilde da ne var? Rahat rahat oku, Lady Windermere's Fan, Salome, The Importance of Being Earnest, the Picture of Dorian Grey, The Soul of Man Under Socialism, Vera or the Nihilists, a Woman of No Importance...
Shakespeare'den miras kalmış tabii ona bir çok estetik ipucu.

Sonra Shakespeare.
Hatta bu o kadar net ki; Shakespeare'i İngilizce okumayan, Shakespeare okumuş sayılmaz. İngilizce'si ne kadar zorsa o kadar üstüne gitmelisiniz, sonra bir bakmışsınız Shakespearean şiir denemeleri yazıyorsunuz her ne kadar inanılmaz boktan ve büyük ihtimalle sallamasyon olsa da.


Sonra Bernard Shaw'a geçtim. Shavian olabilecek kadar hayranım artık nüktedanlığına. "Wit" denen ve Eczacıbaşı'nın Gülümseyen Düşünceler olarak çevirmeye gayret ettiği kavram, Shaw ile anlam kazanmış sahiden. İddialı bir açıklama olsa da "Bernard Shaw, gelmiş geçmiş en büyük yazardır" bence. Bilge bir insan, witty bir yazar, beyninin her lobuna saygılı bir erkek. Ona tek laf yok. Neredeyse bir asır yaşamış çağ gibi adam. Üstelik yazım stili olarak "entellere" hitap etme gibi durumu yok. Yukarıda adı geçen yazarlara nazaran ultra minimal. Daha çok maskelenmiş hikayeleri alttan vermek onun marifeti. Kesinlikle hayranım. Hangi ölü insanla yemek yemek isterdiniz sorusuna Shaw diyemeyeceğim kadar hayranlık beslediğim, Wayne's World'den bir kesit olarak "We are not worthy" dediğimin Shaw'u. Sınıflar arası stiliyle Shaw.

Winston Churchill'le aralarında yine gayet Shaw stili bir husumetimsi olmuş. Major Barbara oyununun açılışına Winston Churchill'e davetiye yollamış ve yanına da bir not iliştirmiş:
"Have reserved two tickets for first night. Come and bring a friend if you have one"

Churchill de durur mu, yapıştırmış cevabı:
"Impossible to come to first night. Will come to second night, if you have one."


Şimdi de Salman Rushdie dedim. İronik olmak adına ya bismillah diyerek Satanic Verses okumaya başladım.
Yareppim, neler oluyor?
Oha Salman Rushdie, ohalarca.
İkidir rüyama giriyorsun, kendimden şüphe ettiriyorsun. Belki de okuma saatim Satanic Verses'a uygun değildir.

Problem şu: Anlamıyorum hocam. Bir cümleyi bir kere okuyunca anlamıyorum. Oldukça gerizekalı hissediyorum ama bu utancımı saklamak yerine paylaşmayı seçtim.

Çünkü utanç, paylaştıkça güzeldir.
Ah?!?

Ben galiba her şeyi çok ama çok yanlış anladım.

SON SÖZ:
Ben bu Salman Rushdie'yi de hatmedeceğim. Kendisine alışana kadar yemeyeceğim, içmeyeceğim, anlayacağım. Gerekirse soracağım. Ama hayatta altını çizmeyeceğim.

Ben asla altını çizmem.

06 Temmuz 2009

Maximiles'a geç gelen cevabım: "Babandır"

İş Bankası MaxiMiles Reklam Filmi (Erkekliyi buradan, kadınlıyı buradan izle)

Geç olsun güç olmasın ama en kızdığım reklam filmlerinden bir tanesi. Senin hayatın a ve b arasındaki rotadan ibaret, işte sen busun, allah belanı versin, hayatta bıraktığın iz ne ki senin, karınca kadar değerin yok de de, sonra da al sana tüm bunları gidermek için MaxiMiles. Lanet olsun böyle reklama. Bir de öyle terbiyesiz ki dış ses, senli benli konuşuyor.
"Hangi güne uyandığın farkeder mi?"

Birincisi,o kadar saniyede varoluşsal sıkıntı çözülmez hocam. Sosyal bilimler okumuş olabiliriz, Boğaziçi, ODTÜ mezunu filan da olabiliriz, ama sıkıntı analizi ve artistliği yapmayalım. Bunca senelik psikologum (he de geç), ben böyle bir reinforcement görmedim.

İkincisi, o reklam filminde gösterilen yere bedava uçak bileti ile, yani millerle gitmek için kaç zilyar alışveriş yapmak lazım, bilir miyiz? Bilmek istemeyiz.


Neymiş demek ki, potansiyel müşterimizi azarlıyoruz önce, öğütüyoruz, bir şeyler öğütlüyoruz bu esnada, sonralıkla ise gelmişlerine geçmişlerine sövüyoruz. Ama farkındaysanız hiç övmüyoruz. Tam anlamıyla Rus ekolünden yetiştiriyoruz potansiyel "alacaklılarımızı".

"İşte sen bu kadarsın"mış!
Hadi oradan be!
Babandır!

03 Temmuz 2009

Google çeviri de durur mu? Yapıştırmış cevabı.

Sırf merakımdan blog'uma çeviri gadget'ı koydum. (Sağ altta)

Bir İngilizce'ye çevireyim bakayım, biraz olsun anlaşılır olacak mı dedim.
Göz gezdirmekteydim.

Emergency Yodel Button yazısında bahsi geçen Can arkadaşımın adını çevirdi Google Çeviri!

John diye.
Almanca ve Fransızca'da da John dedi.
İtalyanca'ya geliyorum: Giovanni.
İspanyolca: Juan.

Vay be Can. Adını sevdiğimin. O zaman konuyla alakalı olarak Seha Can'dan geliyor:

Dünya böyle diye susucan mı Can? Sazı eline alıcan mı Can?
Adam mısın lan sen Türk müsün yoksa Allahsız mısın?

Sevdiğimden. Yoksa başka bir şeyden değil.


Kaç sene önce Date with the night diye bir şarkı yaptılar ve akıllara zarar bir vokali ve özensiz garage band görüntüsünü kombine edip aklımızı aldılar.

Bu kadar da basit değil. Yeah Yeah Yeahs'in göz alıcı bir karizması var.
Bir Karen O., bir gotik ve bir inek bir araya gelirse...
Bu karizmadan büyük pay Karen O.'ya düşüyor.

Neden mi, nasıl mı, haydi bakalım, bir yandan şu adresten de dinleyelim, hafızamızı tazeleyelim. Dinlememiş olanlar da Date with the night'la bekaretlerini bozsunlar.


Benimle Yeah Yeah Yeahs'i keşfedin... Haydi, bir zahmet.


Date with the night bittikten sonra Black Tongue'a geçebiliriz: "boy you just a stupid bitch
and girl you just a no good dick
"



Şimdi de Tick dinleyelim. En kral şarkı budur bence: "You make me tick tick tick tick tick tick tick tick tick!"


Maps herkes tarafından sevilen en garanti eserleri. Herkes illa bir Maps söyler, sever: "Wait, they don't love you like I love you"




Keşke Karen O ablam olsa. O yüzden şimdi Cold Night dinleyebiliriz: "Cold light, hot night, be my heater be my lover, and we could do it each other"



Phenomena'ya geçelim, fanfinifinfon, seksidon: "don't fall asleep with the motor on
she'll make you sweat in the water"


Son olarak da The Sweets dinleyin: "who you following who you starting to move like, who you falling for, who you falling for, who's lie"

01 Temmuz 2009

TBWA Beni İşe Alsın'cı

Taa ne zaman, çok olmadı, geçen sene maksimum, bir site peydah etti; TBWA Beni İşe Alsın.
TBWA'e ölesiye girmek isteyen bir çocuk (cinsiyet anlamında kullanılan çocuk), siteyi açtığı günden itibaren, sitenin TBWA'de işe girmesi üzerinde yaratacağı tepkiler, kabul, kişisel söylenmeler ve heyecan yumurtalığını anlatıyor.

Ben baştan sona okudum (Bravo). Çok iyi.
Sonra da işe alınmış zaten. Şimdi de Uyku Tutmuyor adlı siteden bildiriyor.

Merak ediyorum biraz, acaba TBWA'e girdikten sonra o kurtluluğundan ve optimistliğinden bir şey kaybetti mi? Götü tavan yaptı mı? Yaptıysa lavuk bir şekilde mi yoksa subtle bir özgüven olarak mı yaptı? Hiç mi hayal kırıklığına uğramadı? Hayatında tek düşündüğü şey TBWA mi? Yani süzme REKLAMCI mı? Ödül dönemlerinde apaçi gibi ödül mü kovalıyor acaba? Art direktörüyle anlaşabiliyor mu?

Föy yazıyor mu yahu?
Föy yazdırıyorlar mı bu meslektaşıma? Merak ediyorum.

Ben kendisini tuttum, tebrik ediyorum. Geç oldu, güç olmadı.

Emergency Yodel Button

hilidehiyiii, hollodohiyii, hilideey, dehey, dehey, hilidehihiy, hilidehihiyahooo....

Mutlulukla belirtiyorum:

Günümün ne idüğü belirsiz hislerle dolu anlarında ziyaret ettiğim bir site olan Emergency Yodel Button, artık Can'ın benzersiz ev hediyesi inceliği sayesinde salonumuzun duvarında ikamet ediyor. Arkasında kalem pilleri var, duvarda asılı, canın sıkılınca git bas. Manuel.*

Mesela şöyle:

Evdeki siksik seviyesi artış mı gösterdi?
-Düğmeye basınız, bertaraf ediniz.

Eve yeni misafir geldi ve konuşacak konu mu bitti?
-Düğmeye basınız ve bırakınız o ketum misafirinizin neşesi yerine gelsin.


*Calavera**
**Değil***
***Kim ne derse desin Manuel Calavera için****
****Viva la revolucion*****
*****Salvador Limones