19 Haziran 2008

Hazine Bonosu

Özen Film en kötü esprimi gururla sunar:

11 Haziran 2008

Spore'a kurban.


Maxis'in son bombası diye klişe bir giriş yapmak isterdi gönül. Fakat son mu değil mi emin değilim, o kadar nerd olmadım, olamadım. En azından Maxis'in müstakbel bombası olduğu kesin. Ya da tüm zamanların EN bombası.

Oyun tek kişilik. Aslında hikaye şu: Tek hücreli olarak başladığın hayatına sosyal bir varlık olarak devam edip yıldızlararası maceralara atılıyorsun. Ve işin güzel tarafı -Sims'ten aşina olduğumuz- yaratığın karakterin her bir tarafını manipule edebiliyorsun, istersen diyorsun ki "dur ben bi' tripod olayım"; tripod oluyorsun, diyorsun ki "kıçımda kanat çıksın"; kıçından kanat çıkarıyorsun. Dilediğince evrilip, gevrilip, acımıyorsun mekanlara. Oradan oraya yollara vuruyorsun kendini.

Oyunun Bölümleri:

1. The Cell Phase
2. The Creature Phase
3. The Tribal Phase
4. The Civilization Phase
5. The Space Phase
6... ve son

Kısaca özetlediğimi bakmayın; oyun MASİF. (burda hala şair kime sesleniyor, bilmiyorum)

Bir kere bence oyunun en mental haz özelliği tüm evrimi birey olarak deneyimleyebilmek ve olaylar üzerinde kontrol sahibi olabilmek.




Tanrı modu, evet, ama aslında Darwin modu.

(Bir taşla iki kuş mu vuruyorum ne)

Spore'u 5 Eylül 2008 tarihinden itibaren rahat rahat, yaya yaya PC'lerimizde oynamaya başlayabileceğiz.

Şimdiden "en iyi oyun" "en iyi simülasyon" "en iyi orijinal oyun" gibi bir sürü ödül aldı.

Kımıl kımıl bekleyelim hadi!

04 Haziran 2008

Dönüşüm Oyunu


Zamanında Tibetli rahiplerin içsel yolculuklarında kendilerine yol göstermesi için oynadıkları bir oyundan esinlenerek oluşturulmuş Dönüşüm Oyunu - nam-ı diğer the Transformation Game.


Dönüşüm, bir kaç kişi birlikte oynanabilen, ortalama 4-5 saat süren bir masa oyunu. (Board game'i Türkçeye çevirdim ve masa oyunu demiş bulundum, ayıplamamanızı rica ediyorum)

Oyunun başında kendinize bir hedef seçiyorsunuz. (Hayatımda ilerlememi engelleyen kafa karışıklığımdan kurtulmak istiyorum veya yaratıcılığımın önündeki manileri kaldıracağım gibi)

Oyun boyunca zar atarak, kart çekerek, fiziksel, ruhsal, zihinsel gibi alanlarda gelişiyorsunuz, ediyorsunuz. Bu esnada hedefinizi gerçekleştiriyorsunuz, sezgilerinize güveniyorsunuz, ve en önemlisi; bir nevi strateji belirliyorsunuz hayat için. Gerçek hayat için.

Ayrıntıları ben de anlamadım henüz, oyunu evime götürüp, dışındaki naylon tabakayı yırtıp kendimi koyverdiğimde öğrenebileceğim.

Ha bir de, oyunu güvendiğiniz kişilerle oynayın. Birazcık dürüstlük görüverince hemen salaklayan şahsiyetlerden uzak tutun bu gizli yanlarınızı ortaya koyabilecek oyunu. Siz bilirsiniz kime güvenilir, kime güvenilmez. Gülmeniz gereken yerlerde utanıyor olabilirsiniz yanlış kişilerle oynarsanız. Yapmayın. Benim kulağıma da küpe olsun, yapmayayım. (Sanki blog'u da 70 milyon okuyor ak)

Şimdilik okuduklarıma göre diyebilirim ki "oyundan öte bişi buşi".

(Belki de yıllardır sorduğumuz soruların cevaplarını mı alacaktık ne?!?)

(Yoksa D&R'da sadece 45 YTL miydi ne?!?)
Oyunu oynadıktan sonra:
Dün gece oynadık. Bu arada oyun çok kapsamlıydı, 2 saat nasıl oynanır onu okuduk. 3, 3.5 saat sürdü. Oyunun sonunda aldığım cevap asıl büyük sorumun biraz daha daraltılmış bir haliydi. Yani gerçekten "amaca" bir adım daha yaklaştım. Ve şunu anladım ki, şu anda daha spesifik olan sorumla bir daha oynadığımda daha da spesifik bir sonuç çıkarabileceğim. Oyunun enteresan taraflarından biri "şimdi oyunda doğmuş olanlardan birinin takdir ettiğiniz bir özelliği söyleyin" kartıydı. Herkes birbirinin nesini takdir etmiş, hemen hafızaları tazeleyelim: A: Senin bir şeyi istediğinde, kafana koyduğunda onun için deli gibi çabalamanı, vazgeçmemeni takdir ediyorum. (D için) D: Senin sadakatini takdir ediyorum. (C için) C: Senin paylaşımcılığını ve arkadaşlık duygularını takdir ediyorum. (A için) C: Hayatındaki insanlara hakettikleri gibi davranmanı, adaletliliğini takdir ediyorum. (D için) İşte biraz böyle gay (hepi) anlarımız oldu. Ayrıca "verme", "egon ufacık sarsıldığında kasılıp kaldın", "duygusal besleme" ve "yeniden doğum" sonuçları da unutulmaması gereken anlardan. Başta ağız burun kıvıran bizler, oyunun sonunda oyuna inanıyor olduk. "You have to believe in the island"
-------------------------------------------------------------------------------------------
Bir kaç hafta sonra - salim kafayla:
Bok gibi bir oyun. Böyle sanki yoga yapar gibi, ibne gibi puşt gibi.

The ghost orchid

Adaptation'ı izledikten sonra (önceden de izlemiştim ama orkidelere takılmamıştım ne hikmetse), filmin bence ana kahramanı olan "Ghost Orchid" hakkında biraz araştırma yapmaya karar verdim.


Şimdilik elde ettiğim bilgiler bunlar:


- Gerçek adı Dendrophylax lindenii.

- İlk olarak Belçikalı bitki toplayıcısı Jean Jules Linden 1844'te Küba'da bulmuş bunu.

- Habitat'ı dışındaki yerlerde bir yaşam sürdürtmeye çalışmak, genelde başarısızlıkla sonuçlanıyor, özel koşullar vs gerekli. Florida'da koruma altında.

- Kendisi bir Monocot, gövdesi yok, kökü de kordon gibi bir şey. Kökü sayesinde nemi emiyor. Velamen denilen dış tarafı su ve gerekli besinleri almasını sağlıyor, aynı zamanda iç tabakaları koruyor.

- Haziran ve Ağustos aylarında açıyor.

- Ağacın yüzeyine o kadar güzel adapte ediyor ki kendini, sanki havada duruyormuş gibi görünmekte. Bu yüzden "Ghost Orchid" lakabını almış. Hakkıdır.

- Tip olarak zıplamaya yeltenen bir kurbağaya benzediği için biraz korkunç. Bana kalırsa.

- Ayrıca bunu ezince kokain türü bir uyarıcı elde ediliyor; emin değilim. Sadece filmde mi var yoksa böyle bir şey.

02 Haziran 2008

Sinema eleştiriyor gibi yapıyorum.

Bahsi geçecek filmler The Onion Movie ve Walk Hard: The Dewey Cox Story.

The Onion Movie, the Onion Channel adlı bir haber kanalında olan "çok komik" görüntüler bütünü; Britney Spears tipli Christina Aguilera "döööti"'liğinde bir kadın şarkıcı (burada Saturday Night Live'a işaret ediyorum) (down on my knees, take me from behind gibi şarkıları var), stereotyple'larla ilgili mini mini skeçler içermekte. Irkçılık propagandası mı değil mi belli değil derecede ne suya dokunayım ne sabuna dokunayım tadında mesajlar içeriyor bol bol. Ayarlar. Hoş değildi. Yani yazıktı bize neredeyse iki saatimiz Amerikan tarzı ayar yediğimiz için, oysa ki Olacak O Kadar izlesek en azından ülke sorunlarından dem vurabilir, belki şanslıysak Bestami'yi görürdük."Irkçılık ne kötü bi'şey" dedirtmedi dahi. Ayar verdi, ama yersiz ayar. imdb'de 8.0 almış, bu yüzden izledik, demek ki imdb'ye güvenmemek lazım. (in imdb we trust) Hatta filmdeki stereotype ayarları dediğim gibi o kadar ortalardaydı ki, puanın 8.0 oluşunun sebebi dünyanın tüm liboşları gibiydi hakkat. Gelen liboş oy vermiş, geçen liboş oy vermiş. Sonra bunlar birleşmiş Hillary'ye de oy vermeye karar vermişler. (Filmden nasibimi almışım)


Walk Hard: The Dewey Cox Story; müzisyenler hakkındaki biyografik filmlerini ti'ye alan bir çalışma olmuş. Johnny Cash, Ray Charles, Jim Morrison ve daha bir adamın hayatından esin esin esinti. Başrolde John C. Reilly. İşte bu adam iyidir iyi. Ona rağmen, hayatımın iki buçuk saate yakın süresini yiyen bu filmde gülmedim, gülemedim. Burnumdan "hmf" deyip, ağzımı kıvırdım hafifçe. Ama Hindistan - the Beatles iyiydi. Özellikle Jack Black Paul McCartney rolünde "I am the leader of the Beatles" deyip, bir sonraki repliğinde neden Shire'dan Peregrin Took gibi konuştu sorularına yanıt ararken hoşça vakit geçirdim. (Jack White da Elvis idi)


İki film de boktandı. Sakın izlemeyin. Komedi filmlerinin bu dandik era'sında iyi bir şey görmemiz için 40 year old Virgin'i yapan ekibin "Forgetting Sarah Marshall"'ı gösterime girecek yakında. Başrolde marshmallow var. Onu ben de, sen de izle. Burdan da bak nedir, ne değildir.



(A comedy about getting dumped and taking it like a man)