23 Kasım 2009

Yaş 15: Yolun başlangıcı bile etmez.

Çocuk istismarı mı değil mi tartışmaları bir yana, gözümüzü acıtıyor.

15 yaşındakiler, ne zaman ilgi çekici bir nesne haline geldiler de bir program oldular?

İnsan hayatının en ucube bölümü olan ergenlik, değil televizyonda yayınlanmayı, evden dışarı adım attırılmayı bile haketmiyordu oysa. En azından biz ergenlik utancımızı öyle yaşadık.

Derin bir nefes alıp 15 yaşımızı hatırlayalım.

Akşam saatlerinde dışarı çıkmak için açlık grevi yapılan, geç kalındığında ev hapsi cezası alınan, haftabaşı yeni hayat görüşleri edinilen bolca bunalımlı bir yaştı. Yüzümüzden çirkinlik, sözümüzden çirkeflik akardı. Her konuda asgari bilgi sahibi olmamıza rağmen illa ki tutkulu bir iddiamız olurdu. Hobilerimiz; aşık olmak, arkadaşlara küsmek ve aileye oflamaktı. Bazen spor olsun diye evden kaçılır, kapılar sertçe çarpılırdı. Hani derler ya; köşeden döndük.

Ergenliğin hiç de hoş olmayan ve milyonlarla paylaşılmaya değmeyecek bir çağ olduğu konusunda mutabıksak devam ediyorum.

Programın konsepti belli: 15 yaşındaki kızlar 25 yaşında gibi giyinerek, seçilen şarkıları ardarda seslendiriyorlar, SMS yoluyla halk oylaması yapılıyor, bu esnada jürimiz de ne amaca hizmet ettiği mantığa oturmayan bir şekilde ergenleri eleştiriyorlar. Oylamalar sonucunda elenmekten kurtulan ergenler, seyircilerin arasında oturan annelerinin kucağına koşuyorlar. Ana kucağı gibisi yok: Programın aslında vermek istediği mesaj bu kadar naif ama biz anlamamakta diretiyoruz.

Her hafta bu kıyasıya maceranın sonunda sona 2 kişi kalıyor. Son görev de şu: Anneyle birlikte bir şarkı seslendirmek. Düet yani. Anneyle: Anacım! Tablo çok acı. Ergen kişi piyano başında kendini paralarken, vokal sırası annesine geldiğinde, annehanım varolan tüm potansiyelini kullanmaya çalışıyor mikrofona doğru. Tabii, bu ergenimiz için yeterli bir performans olmuyor... “Anneaa, rezil ediyorsun beni” bakışları, dikkatsiz gözlerden bile kaçmıyor. Annesi şarkıya kendinden bir şeyler katarken, ergenin yüzündeki anne utancını ne Freud, ne de Jung açıklayabilir.

Sen bugün git, sonra gel

15 yaşındaki kızların titrek performansları ciddiye alınacak gibi değil. İleride müzik endüstrisinde başarı gösterebilirler mi, o konuda da pek ipucu vermiyor program. Ancak yine de bir izlenebilirliği var. Bu izlenebilirlik de, Youtube’da şarkı söylerken ağlayan Çinli çocuğun dramını anımsatıyor. Başkasının rezilliğine ağız dolusu gülmekten kendimizi alıkoyamıyoruz. Evet acımasızız. Abes bir görüntü geçmeyegörsün elimize, acıtırız.

Bizim acıtmamız şöyledursun, sevgili jüri üyeleri, kendilerine sanki zorla Mayıs Sıkıntısı izlettiriliyormuş gibi, “Bitse de gitsek” der gibi, baygın yorumlar yapıyor: “Saçın çok uzun” “Gırtlağın Türkiye’ye hitap etmiyor” “Bu hafta e-le-ne-cek-sin” “Zor bir hayatın olmuş anlıyorum seni” “Ben de tezgahtarlık yaptım” “Sizden bir kız grubu kurarız biz, değil mi Sinan, kurarız”. İşin eğreti duran kısmı, munis görünümlü Şafak Karaman, konsept gereği “sivri dilli jüri üyesi” olmuş. Oysa ki özünde ne kadar iyi bir insan gibi duruyordu!

Kıssadan Hisse

Anneler! Babalar! Sırf “popstar olma ihtimalini sevdiniz” diye, çocuğunuzu bu yaşta medyanın en orta yerine salmayın. Gördüklerime dayanarak söylüyorum ki; onlar kendilerini eleştirilerden koruyamayacak kadar genç, sizlerse onları koruyamayacak kadar leylasınız. Sevgili ergenler! Siz de oturun oturduğunuz yerde, İpek Ongun falan okuyun.

21 Kasım 2009

Derbi Melodramı

Günlerden Cumartesi.
Yine bir derbi gecesi.
Üstelik bir doğumgünü evsahibesiyim. Ve doğumgünü sahibi arkadaşımın istediği olmalı: O maç seyredilecek.
Digiturk'u arayıp maçı satan alan da ben oldum elbette. Harakiri bu olsa gerek.
Geçireceğim 2 saat değil beni endişelendiren. 40 dakikası bitti gibi, hiç üzerime alınmıyorum. İlgileniyor gibi yapmama da gerek yok. Yaşasın ev sahibesi olmak.

Fekat.

Siz de Digiturk üyesi misiniz yoksa?
Ah müşteri temsilcilerine yandığımın Digiturk'u.
Bir maç satın alındı ya; bu demektir ki periyodik olarak cep telefonumdan rahatsız edileceğim. Hatta azarlanabileceğim de.

"48 milyona maç almışsınız, neden LigTV almıyor sunuaaz?"

Almıyorum dedin mi, çok uzatmıyorlar, haklarını yemeyelim. Ancak bir de "promosyonlar" seferi başlıyor ki, işte o seferden sadece gerçekten sağlam bünyeler kurtulabiliyor.

Şöyle bir konuşma geçti:

Sinema paketimiz var. Siz 2 senelik üyemiz olduğunuz için A değil B TL değerinde!
-Yok teşekkür ediyorum.
(Duraksamalar...) A-a? Deniz hanım bu gerçekten avantajlı bir paket...
-Yok ben DVD tercih ediyorum.
Bir DVD ne kadar Deniz Hanım? 20-30 falan değil mi? Bu pakette yalnızca 10 TL fark ödeyerek bütün sinema kanallarını izleyebileceksiniz.
-Para meselesi değil, DVD izliyorum ben. Hem ayrıca başka yollar da var.
Ben bilgisayar mühendisiyim, nasıl bedava izlenir bilmiyorum.
-Gerçekten mi bilmiyorsunuz? Ben anlatayım size (torrent-mininova anlatılır)
Peki Deniz Hanım. İYİ GÜNLER!


Digiturk. İşe alırken aradığın ilk özellik "Hayır'dan anlamamak" mı?
Son defetme yöntemim "Domuz gribiyim, konuşamıyorum" oldu. Geldikleri gibi gittiler.

Bir süre daha hayatıma dürüst olmayan yollarla devam edebilirim gibi görünüyor.
Üzülerek belirtmeliyim ki pokeryüzlü bir insan oldum.

06 Kasım 2009

Her şeyi vardan yok eden.

Ergenliğe adanmış bir öğretinin sıfat kısmıdır bu başlık. Hepiniz ergenlik konusunda en az benim kadar deneyimlisiniz, öyle değil mi?

Bu yazı tüm ergenlere gelsin. Veya ergenlik yaşamışlara. Veya ergen kalacaklara.
Her gün alayına isyan!


Faturalı hat yerine Hazırkart alınca karizmanın nasıl da "reset"lendiğini düşünürdük. (Bu, 532'li hatlar için milyarlar ödeyenlere gelsin)


Çift sayılı bir arkadaş grubuna yeni bir kişi eklenip tek sayılara dönünce, nasıl da dışlanırdı bir kişi, dönüşümlü olarak. (Bu, sosyal hayatı zorlaştıran ve gavurların frienenemies dediği tüm kadınlara gelsin)


Dıdısı, dıdısıyla çıktığında, eski dıdısı buna içerlerdi de dıdısının dıdısı buna nasıl tepki koyardı. (Bu, her türlü namus cinayetine gelsin)


Her senenin başında yepyeni gazlarla yepyeni bir insan olma hayalleri kurulurdu. (Bu, bir kitap okudum hayatım değişticilere gelsin)


Müdürün odasına çağrılıp harlı harlı hakkını da savunurdun, yol yordam bilmeden. (Bu, işyerinde sinir krizinden kriz beğenenlere gelsin)


Bir arkadaş yeni bir sevgili edindiğinde eski arkadaşlarını sallamazdı filan. (Bu, aşıkolduğumiçinhayatbayramcılara gelsin)


Çirkin kızlarla ölesiye dalga geçilirdi, yetmez, herkesin gözü önünde sosyal yıkım yaşatılırdı. (Şu elinde tuttuğun çikolata 5 zilyon kaloricilere gelsin)


Gece dışarı mışarı çıkamazdık, dizimizi kırıp oturur artistik patinaj neyin izlemek zorunda bırakılırdık. (Bu, kıskançlıktan karısına hayatı zindan eden kocalara gelsin)


Harçlığımız bir poka yetmezdi. Bazılarımızın da harçlıklarını yiyecek bir hayatı olmazdı. (Bu, çalışanlarının yaşama hakkına saygısı olmayan patronlara gelsin)


Bazı kızlar, kıskandığı için, ötekinin güzel olduğunu bir türlü kabul etmez, hemen bir şey konduruvereyim diye fırsat kollardı. (Bu, yine aynı insanlara gelsin)



Bazı oğlan çocukları, hoşlandıklarını belli etmek için sütyen kopçası falan açarlardı hobi olarak. (Bu, işyerinde ruhsal fiziksel her türlü tacize gelsin)



Gördüğümüzü birebir yapmak uğruna başladığımız sigara içme alışkanlığı, nasıl da tuvaletlere taşınırdı. (Bu, arkadaşın camdan atlasa sen de mi atlayacan teyzelere gelsin)



Ailece izlenen filmde sevişmeli sahne çıkınca nasıl da kıpkırmızı olunurdu ve ayrı bir yöne bakılırdı, halihazırdaki kediyle ilgilenilirdi, sanki sen sevişiyormuşsun gibi. (Bu, ben hiç porno izlemedimcilere gelsin)


Bir konuda red cevabı alınca, değiştirmek için açlık grevi bile yapılırdı. (Bu, bana gelsin)


"Well she's walking through the clouds with a circus mind, that's running wild."
(Bu şarkı, tüm sevenlere gelsin.)