14 Ekim 2011

Şunu herkes yapıyor mu?


Bir şey için şimdiden
Bir de şimdi yapmak istemezken
Neden şimdi değil diye üzülmeceler.


Ne kadar denyoca bir şeymiş bu yahu. Acı frenle durduralım kendimizi bundan tezi yok.

Ayrıca ben sigarayı bıraktım, siz de Sims Social'ı bırakabilirsiniz.

23 Haziran 2011

17 Haziran 2011

Yüzüklerin Efendisi'nden Son Derece Güldüğüm 7 Replik ve Tabirleri

1. I can't carry the ring for you Mr. Frodo, but I can carry you!


Öncesi: Gollum'un puştluğuna denk gelen Frodo, Sam'in kendisine oyunlar oynadığı, elf ekmeklerini hapır hupur götürdüğünü, yüzüğü kendisine istediği zannetmiştir. Çünkü Sam, bir ara yüzüğe kem gözlerle baktı ama herkes bakar, yüzük öyle bir şey işte.

Ve: Aralarında böyle bir gerginlik olmasından ötürü, Sam daha fazla yüzüğü senin yerine ben taşıyım'ı zorlamayarak, bu efsanevi cümleyi sarfetti.


2. You were deep in the enemy's council.


Öncesi: Saruman Gandalf'a kazığını atmıştır, entler Isengard'a saldırmıştır, Saruman kendince yenilmiştir. Ama Sauron değil tabii ki.

Ve: Gandalf tüm griliği ve affediciliğiyle, tabii biraz da hatırşinas oluşuyla, hala Saruman'ı kendi safına çekeceğine inanarak aynı paragraf içinde iki kez bu cümleyi kurdu. Ancak Saruman'ın umrunda olmadı, sonrasında kuleden döne döne kazığa çakıldı.

3. What about the second breakfast?


Öncesi: Gerzek hobbit ekibi, sanki Orta Dünya'nın önde gelenleri kendilerine çok bayılıyormuşçasına yüzük kardeşliğine kendilerini dahil ettirmişti. Shire ilkeleriyle yaşamış oldukları rahatlarının bozulması an meselesiydi.

Ve: Aragorn "Hadi çocum yola" dediği anda salak Pippin'in ağzından bu sözcükler dökülür. Hem de tam olarak şu üstteki tokatlık ifadeyle. Hep aç tipler vardır ya, beslersin ama açtır, şeker hastası kediler gibidir Pippin de.

4. One does not simply walk into Mordor.


Öncesi: Orta Dünya temsilcileri, Elrond'un önderliğinde Rivendell'de toplanmıştır. Ne yapsak ne etsek diye konuşmaktadır. Bu arada Boromir'in pek gönlü de yoktur yüzüğü hiç etmeye.

Ve: Herkes çözüm ararken, Boromir her planda sorun bulmaktadır. Ama kendisi bir çözüm önermekte midir? NERDEEE...

5. Toss me...


Öncesi: Fellowship of the Ring'de Moria'da Balrog'dan kaçarken asla bir elf tarafından "toss" edilemeyeceğini öne süren Gimli, Helm's Deep'te maksimum verimi almaya çalışmaktadır.

Ve: Sevgili Gimli o mahçup bakışlarla sarışına döner ve tüm cücelik gururunu bir kenara bırakarak kendini Aragorn'a düşmanların üstüne attırır. Attırmak.

6. The beacons of Minas Tirith! The beacons are lit! Gondor calls for aid!


Öncesi: Rohan kralı Theoden, Gondor konusunda emin olamamaktadır. Zamanında Gondor Rohan'a yardıma koşmamıştır çünkü. Ama Gondor'un başında steward vardır çünkü. Arathorn'un dölünden gelenler olsa TABİYKİ bu şekilde olmazdı.

Ve: Türlü şike ile Gondor'un alevler yandığında, kanımca Aragorn, Yüzüklerin Efendisi üçlemesinin en komik sahnesine imza atar. Tüten dumanı görünce topukları kıçına vura vura Theoden'in yanına koşarak nefes nefese bildirir bu durumu. Tek o sahnede çocuktan al haberi kalitesindedir Aramız Gornumuz.

7. Do they Gandalf?


Öncesi: Yüzük Shire'da Bilbo ve Frodo'nun fakirhanesindedir. Gandalf hışımla gelir, yüzüğü saklamanın gerekliliklerinden bahseder hızla Frodo'ya. Sauron'un ne kadar gözlü bir abimiz olduğu konusunda da bilgi verir. Fakat kimse yüzüğün Shire'da olduğunu bilmiyordur... OR DO THEY?

Ve: Tabii ki Gollum biliyordur. Gandalf da bunun farkında olduğu için Frodo'ya hemen renk verir. Frodo da hızla işkillenir ve öyle mi Gandalf, ha Gandalf, Gandalfım diye Gandalf'a acı acı bakar.

--------
Daha nice komiklikler, nice replikler var üçlememizde. Bunlar benim seçtiklerim. Şimdi de Flight of the Conchords'un konuyla ilgili şahane eserini seyredelim o halde:

BU ARADA TRIVIA: Video'da göreceğiniz, Flight of the Conchords'un yarısı olan kişilik, Bret McKenzie, gerçekten de Yüzüklerin Efendisi'nde oynuyor. Elf olarak. Kendisini Rivendell'deki mecliste biraz, üçüncü filmde de Arwen'e leydim nereye hop derken görebiliriz.

10 Haziran 2011

Son zamanlarda en sevdiğim grup Battles

İşte Battles.
Bakın böyle koç gibiler. Bu da Futura'nın cici bir kaydı. Hem de ciciler cicisi. Sevgi doluyum.

19 Nisan 2011

Öff be Terry Richardson



Şu denyonun fotoğraflarını çekeceğine beni çek, bir düzgün fotoğrafım olsun hayatta. Bu oğlana çok feci bilendim Rişarson'un blogunu gezerken. Link budur.

Matthew Grey Gubler isimli şu Johnny Knoxville kasa insanın torso torso portreleri var her yerde! Ay bir bozuldum, bir bozuldum. Bir değil, iki değil, bir sürü fotoğraf var orada. Bana küfür gibi. Hurilerin yanında mal gibi duracak bir insan istiyorsandı, ben o kontenjandan adaydım Teri. Ayıp edildiğini düşünüyorum bana...

Her fotoğrafım bok gibi. Bizde böyle. Çekmesen daha iyi yani. Ama şu zevzeğin de fotoğrafı olmasın daha fazla. Ne inkar, ne itiraf bu yalnızca sitem.

18 Nisan 2011

Doğumgünümde kara kara düşünmeyin

Şu adresi ziyaret edin.

Açıkçası Mösyö Shepard Fairey için ilk defa "sold-out" dediklerinde biraz anlamıştım ama şu anda daha net anlıyorum. OBEY Clothing markası, tam anlamıyla çakal bir pazarlama anlayışıyla, şaşırtıcı güzel parçalara kucak açmış. Benim için tıpkı Mösyö Kapıcılar Kralı gibi shopping cart'ımı hayvanca doldurup tab'ı kapatmama uzanan bir maceraya dönüştü bu site ziyareti. Aylık internet siparişi verebilitemi sipariş ettiğim bir takım zarar ziyan kitaplarla yok etmiş olduğum için, babayı alıyorum.

Obey'de fiyatlarımız bu şekilde diyor Shepard Fairey:


(44 doler)



(49 doler)



(37 doler)



(98 doler)



(41 doler)

06 Nisan 2011

Ariel Pink, ağır ağır, hazmederek yenen bir yemektir.

Ariel Pink's Haunted Graffiti, burada kendisi hakkında bahsetmeyeceğim insan tarafından bana birkaç ay öncesinde tanıtılmış bir gruptur. MGMT ve Congratulations albümü diye kafa ütülediğim dönemde, bir güzellik olarak girmedi hayatıma çünkü o dönem forza MGMT idim ama ne zaman ki Before Today albümünü iyice bir dinledim Ariel Pink'in, sonra tekrar dinledim, sonra mobil müzik aygıtıma kopyalayıp işe gidip gelirken de dinledim, işte o zaman sevmeye başladım.

Janr konusunda ne diyeceğimi tam olarak bilemiyorum ama avant-pop, lo-fi, noise pop, psychedelic, alienation-pop gibi şeyler diyebiliriz. Esasında baya farklılaşıyor tüm eserler birbirinden. (alienation pop bizzat kendi ürettiğim bir janr adı, diğer ürettiğim janr adı için bkz. sepia rock, bunlar terimleşecek canım, terimleştirelim)

Neyse, daha fazla önsöze gerek yok, bilmeyenler için huzurlarınızda Ariel Pink's Haunted Graffiti.
(İlginizi çekerse youtube'dan beslenirsiniz)
(Favori şarkım Butt House Blondies)

05 Nisan 2011

Common People'a inanılmaz bir yorum

Hakkında asla kötü konuşamayacağım içten bir Common People cover'ıyla karşılaştım. Sanki milli marş söyler edasıyla söylemiş Marina Voica. O kadar gururlu söylüyor ki sanki kendi bestelemiş şarkıyı..


Ah o gemide ben de olsaydım




ash gibi bir pokemon ustası olsaydım,
vız gelirdi roket takımı inan bana,
yeter ki psyduck'a sahip olsaydım.
yoktu şarkıda sanki bu kadar çok olsaydım.

Lucy in the Sky with Diamonds



"I swear to God or swear to Mao or anybody you like, I had no idea it spelled LSD." - John Lennon ("Lucy in the Sky With Diamonds" hakkında)

Demiş, yalancısıyım.

04 Nisan 2011

Klasiklerde bu hafta: Heroes of Might and Magic III (Yani üüççç!)

Bir süre yurdumuzu kasıp kavuran Heroes of Might and Magic çılgınlığı, heroes 3'ten sonra çıkan heroes 4'ün iğrenç bir oyun olmasıyla bitti. Ondan sonra çıkarılan heroes 5 ile durum toparlanmaya çalışıldı ama heroes 4 iğrençti bir kere. Başında komutanı olmadan kaleden çıkan, yürüyen hayvanların olduğu bir oyundu heroes 4.

Oysa ki baaak! Heroes 3, soyunun son üyesi olmamasına rağmen, en iyi üyesi. Bu 5 oyun içerisinde, en çok nostalji yaptıranı. Yeniden indirip oynanmasıyla meşhur. Yeni nesil bilir mi, bilmiyorum. Ama indirilsin ve oynansın diyorum canım.

O halde bir Heroes 3 seçkisine hazırlanın! (Bir anda caps, bir anda)

Heroes 3'e ait, bende en çok iz bırakmış 7 şey:

1. Kolunu havaya dikmiş ve gülümsüyor: Solmyr


O minik resminde, mavi bir pipisi ve kaslı bir vücudu olduğu izlenimi yaratan Solmyr, aslında bir cin. Denizkızı gibi. O gözler parıl parıl parlıyordu, ama neye parlıyordu kim bilir?

2. Şaibeli bir hayvan: Faerie Dragon


Faerie Dragon, "bir üst modeller" ejderha türünün diğer üyeleriyle birlikte (Azure, Rust, Crystal) oyunda karşımıza çok çıkmayan bir yaratıktır (Bir gog değil yani). Türünün diğer üyelerinin tavrı ve güçleri çok belliyken bu faerie dragon'un görevi sanki o oyundaki tek efemine karakter olması.

3. Atsan atılmıyor bir skill: Tactics


Çok gereksiz bir skill'di bu. Ne kadar kaçınırsak kaçınalım, witch hut'tan, haritada duran ve yetenek bahşeden keşişlerden sürpriz olarak gelebilirdi. Kötü bir sürpriz olarak. O savaş tactics skill'iyle değil, ordunun bilek - hero'nun büyü gücüyle alınırdı.


4. Müthiş binalarımızdan: Tower


Asil, beyaz ve soğuk... İşte hayatta aradığımız tat. Tıpkı Tower'da bulabileceğimiz gibi. Mesela golem'lerin defense'i çok idi, üstelik magic resistance'ları da iyiydi. Kolay kolay yemezlerdi. Genelde bir savaş bitmek üzereyken sona kalmış tek tük tiplerden olurdu. Tower'ın ayrıca Titan'ı var. Titan'ın naga kadar göründüğüne bakmayın, kendisi dev gibidir.

5. Heroes'da gideri olan tek erkek: Gelu


Çok fetiş bir kostümle at süren karakter Gelu, bir sharpshooter gurusu. Okçuları sharpshooter yapabilen bir birey. Zamanında façası feci bir şekilde kaymış Gelu'nun ismi, acaba Gelu mu yoksa Celu mu diye okunuyordu?

6. Ucuz ama işe yarayan bir büyü: Haste


Haste, hızlandırır. Fakat o minik ikonunda bağıran bir adam ve hızla topuklayan biri var. Şöyle yorumladım: O bağıran adam biziz, yani hero; topuklayan kişi de ordumuzda haste'lediğimiz yaratık. Öyle çok bağırıyoruz ki adamcağız gazlıyor. Haklı. (Bilinçaltı mesaj)

7. Son çare olarak: Marketplace


El ayak çekilince, sohbetler tükenince, dostlar eve gidince ve düşmanın kaleyi basmasına 1 gün varken, cebimde zırnık kalmayana dek kalede birikmiş tüm yaratıkları almaya çalışır, para da bitince marketplace'ten varımı yoğumu paraya çevirir, alırdım o yaratıkları. Sonra düşman saldırmaktan vazgeçer, korkar giderdi. True story.


Heroes 3: Yürekten bir gameplay.

31 Mart 2011

İnsanlığa bir not

Bir arkadaşımız bağlaç olan de'yi ayrı yazmadıysa imla ateşesi gibi esmek ve gürlemek adettendir; bu hususta kraldan çok kralcı olmakta sıkıntı olmamaktadır.

Aşağıda kralın ta kendisinden bir not var.
Bazı de'leri bitişik yazan arkadaşlar nush ile uslanmazsa etmeli tekdir, tekdir ile uslanmazsa aşağıdaki not referans olarak verilebilir.



Bizleri linkle besleyen Cambeş'e sevgiler.

30 Mart 2011

Notre Jour Viendra


Yönetmenliğini Romain Gavras beyin yaptığı Notre Jour Viendra, festivalde gösterilmiş, baya da uzun zaman olmuş, ancak festivallere gidecek vakti olmayan kişilerden biri olarak, Romain Gavras beyin Vimeo sayfasından ulaştım filmin trailer'ına. Romain Gavras, müzik video'larından tanıdığım bir karakter. Justice'in Stress, M.I.A.'in Born Free, adamın sinema diline yeterince parmak göze işaret etmekte, film de aynen öyle görünüyor. Vincent Cassel başrolde. O saçlar gidecek adamım.

Post-seyir edit'i: Olmamış Romain Gavras. Git klip çek Romain Gavras.

Oscar'lara kaydolmadan önce bilmeniz gerekenler

Bir filmin yılın en iyi filmi ödülünü alabilmesi için filmde bir gerizekalıya ihtiyaç olduğu konusu yıllardır işlendi. Peki ya başka nelere ihtiyaç var? Literal video kalitesini bir adım ileriye taşıyan "Trailer for Every Oscar Winning Movie". Çok iyi yazmışsın seni uyanık.

Dünyanın en iyi davulcusu Steve Moore

Web üzerinde kendisine "the drummer at the wrong gig" - "mad drummer" - "best drummer in the world" tanımlamaları ile rastlayacağınız Steve Moore, Rick K. and the Allnighters adlı bir grubun (düğün grubu desek kırıcı olmayız gibi) davulcusu. Onu dünyanın en iyi davulcusu yapan; tekniği. Ama nasıl bir teknik. Seyredelim.

29 Mart 2011

John Cage: Form > İçerik




Burada uzun uzun John Cage'in kim olduğundan bahsetmeyeceğim ama biraz sonra yazacaklarım için zemin oluşturabilmesi açısından özetle; John Cage Amerikalı bir besteci, müzik teorisyeni, felsefeci, tasarımcı, şair ve mantar koleksiyoncusu. Savaş sonrası avant-garde'da bayrak taşıyan isimlerden biri kendisi. Fakat biz kendisini en çok müzikal kimliğinden tanıyoruz.

En ünlü eseri olan 4'33", pür sessizlik, biliyor muydunuz?
Sessizliğin de müziğin bir parçası olduğunu söylüyor bay Cage. Adama hak veriyoruz.
Kendisiyle seneler önce yapılmış bir röportajın video'sunu seyrettim trafik sesleri eşliğinde kaydedilmiş; Türkçe özetleyecek olursam;

-Müzik dinlediğimde biri konuşuyor gibi gelir bana. Hislerinden, fikirlerinden, ilişkilerinden konuşur gibi. Ama trafiğin sesini duyduğumda, biri konuşuyor gibi değil, bizzat sesin işbaşında olduğunu düşünürüm, sesin aktivitesini duyarım. Yükselir, düşer, uzar, kısalır. Bundan tamamen memnunum çünkü sesin benimle konuşmasına gerek yok.

Bizler zaman ve mekan arasındaki farkı pek anlamayız. Hangisi başlar, hangisi biter farketmeyiz. Çoğu sanat dalını zaman ve mekan üzerinden değerlendiririz (Ki müzik bir zaman sanatı olarak değerlendirilir). Mesela Marcel Duchamp, müziğin bir "zamansal sanat" değil, "mekansal sanat" olduğunu önerdi farklı olarak.

İnsanlar dinlemekten daha fazla şeyler bekliyor; "içsel dinleme" gibi, ya da "seslerin anlamı" gibi şeyler. Ben müzikten bahsettiğimdeyse, insanların aklına sonunda hiçbir anlamı olmayan sesten bahsettiğim geliyor: İçsel değil, dışsal ses. Bazıları bir şey içsel değilse, işe yaramaz gibi görüyor. Ama ben sesleri seviyorum; oldukları gibi. Olduklarından daha fazla bir şey olmalarına ihtiyacım da yok. Immanuel Kant der ki; "İki şeyin anlamlı olmasına gerek yoktur: Birincisi müzik, ikincisi kahkaha" O kendilerine has derin zevki vermek için başka bir şey olmalarına gerek yok (Adam bu esnada kedisiyle oynuyor "Sen biliyosun bunu dimi? diyerek) Tüm bu deneyimlerden en çok zevk aldığım deneyim; sessizlik deneyimi.

Mozart ve Beethoven dinlediğinizde, hep aynıdır. Ama trafiğin sesi, her zaman farklıdır"



Şu son cümle John Cage'e giriş cümlesi olabilir.


Joy of Destruction

İçimdeki yoketme arzusu bambaşka.
Ne görsem; yık, dağıt, parçala!
Saçmalama Mulatu Astatke.



Film by Laura Junger & Xaver Xylophon.

28 Mart 2011

TEENAGE film

Jon Savage'ın Teenage: The Creation of Youth Culture kitabından uyarlanan, Matt Wolf tarafından yönetilen, exec. prodüktörlüğünü Jason Schwartzman'ın yaptığı hala yapım aşamasında olan bir film: TEENAGE
Nereden nereye tadında, 20. yüzyılın başlangıcından itibaren "teenage" kavramının yaratılışını konu alıyor.

Bu esnada asıl, kitabın yazarı Jon Savage'dan bahsedelim hızla. Mezun olduktan sonra London's Outrage diye bir fanzin çıkarıyor. İlk kitabı The Kinks: The Official Biography, sonrasında England's Dreaming'i (Sex Pistols ve 1970'lerin sonunda İngiltere'de punk) yazmış. The Brian Epstein Story, Joy Division ve Punk and Pistols gibi BBC Arena belgesellerinin de yazarı, yayıncısı bir pünk gönüllüsü beyefendi.

Filmin teaser'ına bir göz atın isterseniz:

öyle ya da böyle




(via weirdfriends.tumblr.com)
Earth Magazine, 1971

21 Mart 2011

Reklamcı Kişilik Bozukluğu


Reklamcı kişilik bozukluğu (RKB), genç yetişkinlikten itibaren hem fakir piçlerde, hem zengin piçlerde görülen, iflah olmaz puştluk ve özgüvenle karakterize olan bir kişilik bozukluğudur. Hastalarda sıklıkla paranoya, büyüklük kuruntusu (delusions of grandeur), para ve şöhret hayallerinin lavukça dışavurumları gözlemlenmektedir. Yaygınlığı % 1'dir.

DSM IV'e göre, aşağıdaki semptomlardan en az 5'ini gösteren bireyler, RKB hastalığıyla ile teşhis edilebilmektedir:

- Aralıkla tekrarlayan fikir bulma epizotları (Özellikle ödül dönemi olarak adlandırılan Mart-Nisan aylarında)
- Kompülsif biriktirme davranışları (Özellikle action figür ve Taschen yayınevi eserleri)
- Kronikleşmiş sırıtma ifadesi
- Dedikoduculuk, şakşakçılık, kraldan çok kralcılık, kuyu kazma ve sırttan bıçaklama davranışları
- Övgüye ve takdire karşı bastırılamayan açlık hissi.
- Alkol veya uyuşturucu madde suistimali
- Aşırı bir yetkililik / haklılık duygusu
- Diğer RKB hastalarıyla gruplaşma, öbek öbek olma, vıcık vıcık espriler yapma
- Mızmızlık, şikayetçilik, ağır siksik, moral bozukluğu ve 31.

RKB hastaları, hayatlarını bu bozukluktan kazandıkları için hastalıklarıyla barış içinde yaşayabilmektedirler. Ancak erkeklerde andropoz, kadınlarda menapoz dönemine denk gelen katarsis sonunda portakal yetiştirmek, çocuk hikaye kitapları yazmak ve Küba'ya yerleşmek davranışlarıyla hastalık aniden son bulur.

Maynard Billy Hickory'den çok özel bir çalışma



Bu korku dolu eser de blogumuzun geçmiş sayfalarında bıyıklarıyla bulunan Sn. Hickory'ye ait.
Çocukcağızın okuduğu kitabı anlamayan varsa; Gorki'den Ana.
(Sayını senyör olarak okuyan hem sınıfta kaldı, hem de ne kadar reklamcı kalpli bi insan olduğunu belli etti. Yazıklar olsun)

02 Mart 2011

O değil de, bu bir erkek: Andrej Pejic





Hem straight erkekler ve kadınlar, hem de gay erkek ve kadınlar için gideri olan kişi.
Bosna'da Tuzla doğumlu 91'li bir model. (Tuzla ehe)


Bu ne ya.
O erkekse ben neyim?
Karabıyıklı Türk gibi hissettim iyice, dağılın.




Memesi yok diye sevinemem bile çünkü tabii olmicak memesi. Ayh.

01 Mart 2011

Roma İmparatorluğu'na hoş geldiniz (aka Bafilerde inecek var)


Bu yazıya nasıl girilir bilmiyorum.

İçimden sadece MAŞALLAH VAYVAYVAY demek gelirken hem de...

Aylardır birçok arkadaşımın, ağızlarından salyalar saçarak önerdiği Spartacus ile, ikinci sezonun final bölümüyle tanıştım.
O kadar iyi bir bölümdü ki hemen ilk sezona, yani Blood and Sand'e dadandım.

Kurgusu, sinematografisi, senaryosu... Tamam fena değil ama...
Dizide yoğun bafi ortamı var. Roma işte. Hiç beklemediğim yerde beklemediğim anda memeler gördüm ben. Yer gök memelerce. True Blood'dan da bafidar bir dizi bu. Üstelik beti benzi atmış kırılgan indie vampirler değil de, böyle feromonun bağrından kopan gladyatör abiler var. Ful frontal. Sadece meme ve kuku değil, pipi de. Erkekler de en az kadınlar kadar et parçası, seks kölesi. Ne diyim, seyretmesi bir keyifli bir keyifli. Özellikle binge şekilde tıkınırken çok iyi geldi onca vücut sıvısı görselliği. Yetmedi, ofisten çıkmayıp öğle yemeğinde de Spartacus eşliğinde beslendim. Birlikte iyi gider, Spartacus ve yemekler.

Neyse, bu Trakyalı abinin sımsıkı eblerini ve düzgün fiziğini bir arkadaşıma dile getirdim dün, erkek olduğu için tepkisi "Yazıklar olsun" oldu. Üstüne gitmedim, erkeklik gururunu kırmak istemedim.
Kız arkadaşıma anlattım "Malzeme çıktı" dedi. (You go girl)

Bu arada şu anda #blogumadokunma aktivasyonu gerçekleşiyor twitter'da, ben de dandik ancak ahlaksız içeriklerimle bu harekete destek vermek niyetindeyim. Sevgiler, saygılar.

25 Şubat 2011

Joe fucking Dallesandro



Kızlar, google'dan araştırın. Hemen.

Amelie Kişilik Bozukluğu



Amelie Kişilik Bozukluğu (AKB), genelde 18 yaşından büyük bireylerde görülen, herkesin asabını bozacak kadar yaşam sevinciyle karakterize olan bir kişilik bozukluğudur. Bozuklukta, karşı cinse bezdirici sürprizler, bardağın dolu tarafını görme, küçük şeylerden büyük mutluluk çıkarabilme yetisi sıkça görülür. Kişinin özgüveni o kadar gelişmiştir ki, şirinlikleriyle dünyayı değiştirebileceğine inancı realistik boyutların dışına taşmıştır.

Doktorlar ve hastalar arasında önceleri Denyo Kişilik Bozukluğu olarak bilinen rahatsızlığın, 2001'de Jean Pierre Jeunet'nin beyazperdeye kazandırdığı Amelie karakterine cuk oturduğu gözlemlenmiş, hastalık bundan sonra Amelie Kişilik Bozukluğu olarak anılmaya başlanmıştır.


Akıl hastalıklarını teşhis etmekte kullanılan DSM IV'e göre, AKB hastalarında aşağıdaki semptomlardan en az 4'ü görülmektedir:

-Karşı cinsi etkilemek için hummalı sürprizler peşinde olmak.
-Dışarıda kulaklıkla müzik dinlerken gülümsemek ve daha şiddetli vakalarda sekerek yürümek.
-Kronik sevimlilik hissi.
-Uygunsuz takip etme davranışları.
-İnsanların içindeki çocuğu ortaya çıkarma çabası.
-Kahkül (yalnızca kadınlarda), kırmızı yanak (yalnızca erkeklerde)


AKB hastaları ömür boyu bu şekilde yaşayabilirler ancak yakınlarının %37'sinde madde bağımlılığı, %12'sinde intihar, %3'ünde ise katliam bulguları gözlenmiştir.

24 Şubat 2011

Eyn no sanşayn ven şiiz gon.

İlkokulun ilk gününde zır zır ağlayan çocuk görüntülerine bir şekilde aşinayım. Okullar başlarken haber bültenlerinde illa ki bi futıc olurdu bu konuyla ilgili. Aşıdan korkar gibi okuldan korkulur mu be, diye düşündüm uzun süre. Sonra bu çocukların asıl derdinin ne kadar acı olduğunu haiz oldum. Anneleri (veya babaları) onları sonsuza dek terkedecekler sandıkları için yaygarayı kopartıyorlardı. Yazık, diye düşündüm. Köpekler hakkında da aynı laf döner ya hep; sahibi evden her gittiğinde onu terketti zannediyor hayvancağız. O acıyı tekrar tekrar, her gün yaşıyor. Karşısındaki, gördüğü derece var. Sabit olduğunu algılayamıyor. Görmeyince, sanki yok. Tamamen egosentrik. Facia bir bakıma. Tanıdık geldi mi?

"Köpek olmak?"

See the Unseen

Cannes'da geçen yıl ödül almış almasına ama Abbey Road gördüğüm anda affetmem biliyorsunuz...

17 Şubat 2011

Akbank'la olan münasebet

Axess kredi kartımı kapattırıp Garanti'den Shop & Miles alacaktım. Google'da bir ön araştırma yapmıştım. Akbank sorun çıkarıyor, illa şubeye gelin diyor, şikayet, şikayet... Okuduklarımın gazıyla 444 25 25'i tuşladım. Amacım kredi kartımı kapatmaktan ziyade, telefonda kavga etmekti. Tam olarak bankalara saydırmam gelmişti. Kapitalizme, insanları müşteri yapmak için takla atarken şimdi neden böyle yaptıklarına kadar biriktirmiştim. Uzun süren bir menüden sonra müşteri temsilcisine bağlandım. En kıl tavrımla "Kredi kartımı kapatıcam ne yapmam gerekiyor?" dedim. Kadın "Buradan yapabiliriz" dedi, ikiletmedi. Şaşırdım, beklemiyordum... "Ee şey benim biraz borcum var, ödiyim öyle mi geliyim?" dedim. "Hayır şimdi kapatıp, gelecek ay ekstresinde ödeyebilirsiniz" dedi. Orada yumuşadım. "Borcum ne kadar?" diye sordum. X diye tahmin ettiğim borcumun 2X olduğunu söyledi. Orada hemen üste çıktım "Ama X yahu, ödedim geçen gün hepsini, kalan da bu kadar işte?!" gibi. Kadın "Önceki aylardan kalma taksitleriniz..." diye başladı ve saydı. Gerçekten saydı. "Gelecek ay hepsini ödeyebilirsiniz" dedi. "Ee şey öö, ben onu bi ödiyim, sonra kapatiyim en iyisi ihi mihi iyi günler" diyerek telefonu kapattım. Tevekkeli değil, göt olmuştum.

Kıssadan hisse: Bankaya rampa yapmadan önce kendinizi bilin, kendinizi!