30 Nisan 2010

Date Night


Steve Carell (kerıl değil karel diye okunmaktadır) ve Tina Fey'in başrolde oynadığı Date Night, Amerika'da 9 Nisan'da gösterime girdi. NBC'nin komik mogulları diyebileceğimiz bu iki insandan babam çıksa yerim düsturuyla aylar önce filmi beklemeye başladım.

Evli ve çocuklu çift Phil ve Claire, yakın arkadaşları olan bir çiftin ayrılık haberlerini alınca, bize de böyle olmasın diyerekten romantik bir akşam yemeği randevusu planlarlar. Girmek istedikleri o fansi mekan dolu olunca, gelmeyen bir çiftin rezervasyonuna "Bunlar biziz" diyerek atlarlar ve acayip olaylar olur.

Date Night konusunda çok heyecanlıyım ve her şeyin çok komik olmasını istiyorum. Benimle aynı heyecanı paylaşan dostlarıma sabır diliyorum. Cam izle demeyin, izlemem. (kem diye okunur)

Born Free - M.I.A.

Son günlerde gençler bunu seviyor. Ben de.
Romain Gavras'ın yönetmenliğini yaptığı video tam bir "Ginger Kids" harekatı.
Ama Scott Tenorman'lar ölmez, vatan bölünmez. Viva la revolucion!


70 Million - Hold Your Horses

Hold Your Horses, ünlü sanat eserlerini bu video'da yeniden yaratıp, uç uca eklemişler. Kıl dozu az. Sempatik.

Tiger Mountain Peasant Song

Fleet Foxes'ın harikulade bir şarkısı olan bu şarkı, First Aid Kit isimli bir grup tarafından yeniden yorumlandı bir süre önce. İsveçli kızkardeşler, Fleet Foxes'ın vermek istediği oduncu gömleği ve orman ambiyansını yansıtmakta. Bağrı yanık bir kavır. Oldukça yaralıstayla. Ama güzel. Bu arada youtube'a "Tiger Mountain Peasant Song" yazınca ilk bunlar çıkıyor.

Töbe estafullah kocacım, yüzüne ne oldu?



28 Nisan 2010

O da insan.

Bu Simit, ve en az Pikaçu kadar sevilmeyi hakediyor.

Ayrı ayrı sevdiğim iki insan aynı karede

Mutluluğa kapak olsun.

27 Nisan 2010

İşte o an.


Sometimes you eat the bar, sometimes the bar eats you.
Ayrıca terzi kendi döküğünü sikemezmiş/ sikiğini dökemezmiş/ söküğünü dikemezmiş. O da burada.

Eriksevicilik



Mevsimin bahara yanlamasıyla piyasaya düşen erik meyvesi, tüm kış meyvelerini hiçe sayarak kasım kasım erik bekleyen biz eriksevicileri tatmin etmiyor, bilakis başımızı arşa değdiriyor.


Sulu sulu, kütür kütür erik. Tuzla servis ediniz.


Eriğin gönüllerde bu denli sağlam yer alışının tarihi, aslında ta Roma İmparatorluğu dönemine dayanıyor. Sezar, hepimizin tahmin edebileceği gibi, kış meyvelerini değil bahar ve yaz meyvelerini seven bir hükümdarmış. Toprağa ilk cemrenin düşmesiyle imparatorlukta bir bayram havası eser, Sezar'ın tüm dalkavukları bahçelerinden topladığı erikleri topukları kıçlarına vura vura, koşarak Sezar'a getirirlermiş. Gün ışığında her şey böyle kütür kütür ilerlerken, aslında imparatora karşı entrikalar çevrilmekteymiş.

Sezar önündeki çay tabağına tuzunu dökermiş, eriklerini bu tuza bandıra bandıra zevkle şevkle yermiş. İmparatorun bu zaafını bilen hainler tuzun yerine arsenik koymuşlar. Sezar eriğini bu arseniğe bandırmış ve küt diye mideye indirmiş. Sezar'ın ağzının içine bakan hainler, adama bir şey olmadığını görünce çılgına dönmüşler. Ulema sınıfı, goygoycular ve ihtiyar heyeti bir araya gelmişler ve Sezar'ı nasıl öldürecekleri hakkında bir plan yapmaya çalışmışlar. Sezar'ın kapı gibi bir adam olduğu, o yüzden onu kalbinden vurmak gerektiği sonucuna ulaşmışlar.

Sezar'ın kalbine giden yol ise; tabii ki erikmiş.

Günler geçmiş, Sezar'a erik gelmemeye başlamış.
"Bu sene hasat olmadı haşmetlum" demişler. Oysa ki tüm erikleri köylüler yiyormuş.
Roma'da bir ishal salgını başlamış. Sezar bir bit yeniği olduğunu anlamış.

Brütüs'ün de bu entrika içinde olduğundan şüpheleniyormuş. O yüzden havanın rüzgarlı olduğu bir gün Brütüs'le tam cereyanda oturmaya başlamışlar. Brütüs'ün yüzü kızarmaya bozarmaya, soğuk terler akıtmaya başlamış.

Sezar'sa, gözlerini dikmiş Brütüs'e bakıyormuş. Sonunda Brütüs kendini tutamamış, bırakmış gazı. Erik gazı kokusunu her yerde alan Sezar, bu ihanet karşısında dehşete düşmüş ve "Sen de mi Brütüs?" demiş. Brütüs inkar etmeye çalışmış, ama tuvalete koşarken ceplerinden yeşil yeşil erikler yerlere düşmüş. Erikler yerlerde yuvarlanırken Sezar sevinmiş, dur ben bir alayım bunları diye hareketlendiği anda eriklere basmış. Yuvarlanarak düşüp ölmüş.

Erikseviciliği DSM-IV'te yer alan bir hastalıktır.
Lütfen hafife almayınız. Tarihten ders alınız.


Türk eriksevicilerden Irmak Ünal. Yanaklarında zor günler için erik biriktirmesiyle ünlüdür.

26 Nisan 2010

I can't carry it for you... BUT I CAN CARRY YOU!

Hahahahaha, aklımı eriten sahne, replik. Hobbitler zaten cüsse itibariyle Orta Dünya'da kavruk kalmışlar, ancak Lord of the Rings serisinde bu durumun aksini kanıtlamak için adeta popolarından kan aldırtıyorlar. Böyle badi badi dolanıyorlar ama orta dünyayı da onlar kurtarıyor haaa, yalan olmasın! Ehe. Yalnız bu Sam'i oynayan çocuğu 24'ün bir sezonunda CTU'nun direktörü yapmışlardı, o sezon benim için ölü sezondur. Üzülerek belirtmeliyim ki Dominic Monaghan hariç, hepinizin üstüne hobbitlik yapıştı arkadaşlar. Bundan sonra forza Tom Bombadil.

Diziden hayat dersi çıkarılır.

Ne dedi Desmond Hume;

"What's the point of being afraid?"

Önlem anlamında korkmak caiz olabilir diye düşünelim. Mesela uçurumun kenarında durmaktan korkmuyorsan, düşebilirsin. Uçurumun kenarında aptallıklar yapmak isteyebilirsin. "aa bak düşüyor gibi yapacağım" diyebilirsin. Bence tam burada devreye girsin korku. Madem aptalsın, kork ki ölme.

Bence korku, aptalların hayatta kalma taktiği.
Bence vög, cana can katan o sevdan olmasa.

Gerçi şöylesi de vardı, madem Türksün, göster ürksün.

25 Nisan 2010

Dünyanın orta yerinde Vanpir Rock Cafe için ağlıyorum

Benisyo'mun yemin töreni için birkaç günlüğüne Van'a gittik de biz... Van'da çeşitli gezmece görmeceden sonra, Cumartesi gecesi Van gençliğini kolaçan edelim dedik, bakalım buraların eğlencesi nasılmış dedik, VANPİR rock cafe'ye gitmiş bulunduk. Mekana adımımızı atmamızla bir ilgi, bir servis. Grubun karşısına kurulduk, çerezler, havuçlar geliyor biz istemeden!
"İşte doğunun farkı, işte misafirperverlik, Peyote'de olsak -bejmilyon- diye hemen parayı isterler, memleketim" diye sevindik.

Mekanı sözlere dökmek biraz zor. Ama metal müziğin, wes craven stili korku filmlerinin ve amerika kamyoncu barlarının tüm sembolizmini içeren bir mekandı.
Derken, Türkçe sözlü rock müzik kabak tadı vermişken, kalkalım haydi dedik, kasaya yönlendik.

Dostum 5 adet retro pepsi bardağındaki bira için 60 milyon dediler bize. Adisyona bir baktık, o çerezler, o havuçlar yazılmış, hatta Müzik için de 3 kişilik ücret kesilmiş. Van'da her şey ucuz olur diye cebimdeki 50 tl'ye güvenerek "Bu gece her şey benden" diye atlamışlığımla "Nilay 10 milyon versene, 10 milyon 10 milyon" demem arasındaki süre, nasıl desem, oldukça kısaydı. Bu esnada Benisyo'nun mekanın sahibiyle yeni bir arkadaşlığa uzanırken son anda dönüp "60 milyon mu?" diye çemkirmesi, kasiyerin size "Size 50 olsun" demesini getirdi.

Bu gezimizden ne öğrendik?
Van'da her şey, ama HER ŞEY için bir pazarlık payı vardır.

Ve sırf bu yüzden bile Van'da yaşayamam abilerim ablalarım. Orada hesap 100 milyorr! dese, cebimdeki her şeyi bırakır, üstünü kredi kartımla tamamlar, sonra da otele giden yolda "ah akılsız başım" diye kendime kızarım. Pazarlık olayı malesef kanımda yok. Her şeye amenna.

21 Nisan 2010

Lastfm'den dev hizmet!

Buram buram erotizm.

Ben doremusic'ten alıyorum. Ya siz?

Sevgili Ozan, yeter ki sen hep mutlu, hep gururlu ol, hep aklına iyi bir fikir gelmiş gibi bak 40 derecelik açıyla sağ yöne.

18 Nisan 2010

Ne büyük bir keşif


Aaa, Katy Perry'nin gözlerinde mavi lens varmııış. Aslında kendisi kara kaşlı kara gözlüymüş.
Hem de lensleri oldukça boktan görünüyormuş yakından.

Yalnız sene oldu 2010, insanlardan aldığımız haddini bilmez duyumlara göre 2 sene sonra dünyanın sonu gelecek, CERN'de bi acayip işler dönmekte, kül bulutu filan oluyor?!, o hakimin boğazına bir şey kaçtı, Lost bitiyor be, nükleer saldırı ihtimali var, İstanbul Avrupa Kültür Başkenti oldu, ancak hala lens teknolojisinde bir adım ileriye gidilemedi.

Bu nasıl bir şeydir arkadaş? Biz çocuklarımızın göz rengini mavi yapacak, boylarını 1.70'in üzerinde belirleyecek, götlerinin göbeklerinin ufak edecek komutları daha döllerken verecektik.
Nedir bu gözlerin etrafındaki paçoz çerçeve?

Sevmem lensi çerçevesinden ötürü. Yoksa isteyen taksın, beneney.

17 Nisan 2010

Samuel Beckett - Play

1963'te Samuel Beckett tarafından yazılmış bu oyun, 2000'de Anthony Minghella tarafından kısa filme uyarlanmış. Oyuncular; Alan Rickman, Juliet Stevenson ve Kristin Scott Thomas. Durum bu. Benden gayrı sonuna kadar dayanabilen oldu mu bir haber etsin.

16 Nisan 2010

Yaralı Stayla

Kürşat, sağol.


Video'yu farklı yöntemlerle izlemek zorunda kalanlar için linkimiz tam burada.

15 Nisan 2010

Foals - Spanish Sahara

Amma çok video koymaya başladım.
Koyacağım işte, var mı diyeceğin. Bu Foals'un Antidotes albümünü seviyordum ben, Total Life Forever adlı ikinci albümleri Mayıs'ta çıkıyormuş. Albümden önce çıkan bu single'ın video'sunu izleyelim dilerseniz hep beraber.

Ringo Starring

Dur bir güleyim tekrar. Ehehehe. Heheheh. Hehihiheheihe. Ihıhıhııh. Uhıhıhıı.
Bu kötü kahkaha simülasyonlarını sistemimden attıktan sonra sizi Total Eclipse of the Heart Literal Version'ı izlemeye davet ediyorum.


Video'yu farklı yöntemlerle izlemek zorunda kalanlar için linkimiz tam burada.

14 Nisan 2010

Pikachu'nun gerçek yüzü

Bunu gördüm ya, günüm şenlendi. Küçük mutluluklar filan.


Video'yu farklı yöntemlerle izlemek zorunda kalanlar için linkimiz tam burada.

Absolut Comedy



Video'yu farklı yöntemlerle izlemek zorunda kalanlar için linkimiz tam burada.

Randy Marsh, Internet hakkında konuşuyor.



Video'yu farklı yöntemlerle izlemek zorunda kalanlar için linkimiz tam burada.

Ne?





Kaynak, seslisözlük.

If you are good at something never do it for free anlamı

Enteresan.
Son zamanlarda bloguma "If you are good at something, never do it for free anlamı" aratılarak gelinmiş bolca. Madem bu kadar talep var konuya, o zaman:

Eğer bir işte iyiysen, asla bedavaya yapma diyor pragmatist.
Kimse sana beleşe iş yaptıramaz eğer iyi yapıyorsan diyor.

Ayrıca reklam-pazarlama diyarında şöyle bir versiyonu var, "çok iyi bir fikir bulursan söyleme haa"
Söyleme ki, senin güzel fikrin bir markanın adı altında hiç olmasın.
Belki bundan bir iş planı çıkarırsın ve paraya para demezsin ileride.

Evet, durum budur.
Umarım açıklayıcı olmuşumdur.

13 Nisan 2010

I Spy - Tıss!


Bu şarkıyı severim.
Ancak sonunda Jarvis Cocker'ın tısss tısss diye tıslamalarını daha çok severim.
"i'll hold your body and make it sing again" derken şair,
zaten ne kadar yılandan bir insan olduğuna seslenmektedir.


Video'yu farklı yöntemlerle izlemek zorunda kalanlar için linkimiz tam burada.

Splice denince artık HÖ demeyeceğiz.


Google Reader ne rahat şey, zort diye linki basıyorum. Burada bir nebze daha el emeği göz nuru bir yola baş koymuş olduğum için linki basmakla yetinemiyorum malesef.

Daha gelmedi, gelecek bu film: Splice.
Korku ve sci-fi janrından hoşlananlar (en amiyane tabiriyle Event Horizon diyebiliriz) için ilgi çekici olabileceğini düşünüyorum.


Bilimadamları başlarına geleceklerden habersiz bir şekilde "sen bana bunu dedin, sen de bana bunu dedin" kavgası verirken.


İnsan ve hayvan dna'larının birleştirilip yeni bir varlık oluşturmak ve sonrasında gelişen olayları konu almakta bahsi geçen film. Filmdeki bilim insanlarının Dren adı verdiği bu varlık, yamık yımık bir bebekten, bir navi ne kadar güzelse o kadar güzel olabilecek bir kadınımsıya dönüşüyor ve yaratıcılarından birine tabir-i caizse "musallat" oluyor.



Bazı karelerin altına bir şey demesem de olur. Ama format icabı demeliyim.

Tanıdık adamlardan Adrien Brody var rol kesen.
Yönetmen Vincenzo Natali. Kendisi Paris Je t'aime'in Quartier de la Madeleine bölümünü yönetmişti, Elijah Wood'lu ve Olga Kurylenko'lu olan.

Uzun lafın kısası:

Splice!
Haziran'da memleketinin sinemalarında olur.

09 Nisan 2010

Hangisi daha güzel?


Brad Pitt'in kadını olsa iğrenç olurdu sanıyorum.

Lost'taki Dev Donut

İşte Dezmönd'ü itaate sürükleyen lezzet.

333'lerin Eğitim Çavuşu Slash


Böyle görünce Slash Tuzla Piyade Okulu'nda kısa dönem için sınava girdi de çavuşa "Ben müzisyenim" dedi, çavuş da "Diploman var mı?" diye sordu, Slash de "Belge getirdim" dedi de, isminin yanına not aldılar, sonra Slash orduevi ya da bando beklerken sonunda Van'ın Başkale ilçesine eğitim çavuşu gitti gibi hissediyorum.

08 Nisan 2010

Forza Pikachu!




Ne güzel Pokemonumuzsun sen Pikachu.




Bakmaya doyamıyorum.


Seni sevmeyen ölsün diyecek kadar ileri gitmek istiyorum.
Ama yakınlarımdan sevmeyen varsa hoş olmaz.


Herkes sana benzese dünyada mütemadiyen barış olur.



Göbeğine kafamı bastırıp seni rahatsız etmek istiyorum.

07 Nisan 2010

Beni Doctor Parnassus'a emanet ediniz.


Afişlerrr. Lily Cole'u hatırladın nı?


Terry Gilliam'ın yeni filmi The Imaginarium of Doctor Parnassus, popülariteyi yalnızca fantastikliğiden, hoş görselliğinden ve bir Gilliam çocuğu olmasından değil, Heath Ledger'ın son filmi olmasından da kapıyor. Üstelik Heath Ledger filmin ortasında hakkın rahmetine kavuşunca, Ledger'ın karakteri Tony'yi 3 farklı aktör canlandırıyor. Bunlar da Johnny Depp, Jude Law ve Colin Farrell. Ama benim gönlümün Oscar'ı bu 4'lüden birine değil, Doctor Parnassus'a, yani Christopher Plummer'a gidiyor. Gerçi kendisi bu sene Oscar'larda Last Station'daki Tolstoy rolüyle aday oldu. Unutmadan, Lily Cole Valentina rolünde gayet iyiydi, kendisinin aslında bir manken olduğunu düşünürsek (Geçen yıl Accesorize vitrinlerini kaplayan koca gözlü koca alınlı minnak ağızlı kız).



Tony (realdeal)


Imaginarium Tony no: 1


Imaginarium Tony no: 2


Tipini mikiyim Colin Farrell. no: 3.

Filme dönecek olursak:

South Park'ın Imaginationland bölümlerini izlemiş olanlar bilir. Imagination şarkısını söyleye söyleye gidilen bir yerdir Imaginationland. Bizim filmimizde ise durum Doctor Parnassus'un seyyar freak show'undaki bir kapıdan içeri girerek gerçekleşiyor. Girdikten sonra ver elini havada öylesine duran ayıklanmış enginar dilimleri, nehirler, manzaralar, sürrealizm ve elbet kabuslar. Tabii bir de imaginarium'un baş harasçısı şeytan, yani Mr. Nick, yani Tom Waits. Melek yüzlü şeytan derler ya, hiç öyle değil işte.

Ölü bir Heath Ledger ve Parnassus ekibinin onu hayata döndürdükten sonra kendi aralarına konuk etmesi bir süre filmi götürse de, aslında gerideki durum zamanında (çok çok zaman önce hatta) (ÇOK ZAMAN ÖNCE) Doctor Parnassus'un Mr. Nick'le imzalamış olduğu bir anlaşma yüzünden başına gelenler ve durumu kurtarma çabaları. Filmin ortalarına, yani Heath Ledger'ın gerçek hayattaki ölümüne tekabül eden bu odak değişimi, acaba önceden belirli bir tercih miydi yoksa ölüm meselesinin üzerine mi gelişti bilmiyorum. Ama filmin başındaki Tony (Heath Ledger) ile, filmin sonundaki Tony'nin (Colin Farell) arasında hem karakteri canlandırma anlamında, hem de senaryonun gidişatı anlamında dağlar kadar fark olduğu gerçek.


Doctor Parnassus'un gösterisi çağdışı bulunduğu için pek rağbet görmez. Derken Heath Ledger...


Bu arada Colin Farell'dan ne kadar tiksindiğimi söylemiş miydim?

Neyse, film böyle değil elbette. Anlamlı bir senaryosu var. Ben sadece aklımdakileri ilettim.

Asıl meramım; muhtelif sinema salonlarında gösterilmekte film. Ve hem günümüzün ama günümüz gibi görünmeyen kasvetli Londra, hem de Parnassus'un imaginarium'undaki 3D'ler için sinemada izlenmeli.

Çekim aralarında arkadaşlarla aramızda Scarlett Johansson'un benim şarkılarımı nasıl seslendirdiğini dinlerken gülmekten altımıza sıçıyoruz.*


Üstelik 1 kez değil, birkaç kez izlenmeli. Çünkü işin açıkçası, yoğun konsantrasyon istiyor zaman zaman.

Haydi o zaman fragmanına bakalım.



*Bok atarken zorlandım.

06 Nisan 2010

Geç olsun güç olmasınlarda: Little Big Planet



Oyunun kabı böyle. Ya da biz Doğubank'tan aldığımız için aslında böyle değil.

Bilenler bilmeyenlere anlatsın. Little Big Planet, eşi benzeri pek olmayan, bir adventure platform oyunu. 2008'de oyun oscarlarında En iyi oyun dahil zilyonlarca ödül alan Little Big Planet, amiyane tabiriyle bir kız oyunu. Ama güzel bir yanı var ki, erkekler de eşit zevk alıyor bu oyundan.


Sackboy denen matrix çuvalından imal karakterleri istediğiniz gibi giydirip, renklendirip customize edebiliyorsunuz. Platformlar da aynı şekilde customization'a açık. Oyunda zaten para toplamak gibi bir kavram yok, en değerli şeyler, sticker'lar ve objeler. Çünkü isterseniz kendi level'larınızı da yaratabiliyorsunuz bu bulduğunuz şeylerle. O yüzden oyunda ne kadar ince eleyip sık dokursanız, kendi level'larınızda o kadar zengin görselliğe sahip olma şansınız var.

Sackboy'lardan bir demet.

Üstelik bir çok platform oyununun aksine, LBP'ın platformlarındaki neredeyse tüm objeleri itebilir, çekebilir, üstüne zıplayabilir, kısacası manipule edebilirsiniz. Sıkılırsanız üstüne sticker'ı da basıverirsiniz, gözünüz şenlensin.

Oyun 1-4 kişilik. Tek başınıza oynayabilirsiniz. Ama birkaç kişiyle birlikte oynamanın eğlencesi tarifsiz. Karpuz atar gibi birbirinizi atabilir, birbirinizi tokatlayabilirsiniz. Adeta bir kahkaha tufanı. Neden bilmiyorum, ama öyle.

Ne desem buna... evet, KAYIYORLAR.

Oyunu oynayabilmek için öncelikle PS3'e sahip olmanız gerekiyor. Ama fiyatlar oldukça düştü, hemen alıneybıl. Oyun satıcılarındaki XBOX Natal çıkıyo yeaa refleksine de henüz kanmayın, vakti var onun.


Gelelim bu oyunun soundtrack'ine. Bir kere bu albümde Battles var yahu. BATTLES! Battles dışında bir örneği dinleyin ve de izleyin misal burdan.



01 Nisan 2010

Barcenal vs. Arselona

Dün akşam yine futbolu destekleyen, futbol toplaşmalarında arkadaşlarına evini açan o cool kadın olmak istedim. Sonra yine olamadım. Goller esnasında sehpayı toplamaya özen gösterdim, televizyonun sesini kıstım, Pulp açtım. Erkekler rahatsız oldu bu durumdan. Jarvis Cocker gitgide daha fazla bağırmaya başladı. Maç bitti.

Skoru bilemiyorum.