31 Mart 2009

Tatil gelsin bayram olsun

Ah o gemide ben de olsaydım pozisyonu.


Bu sene güzel bir tatile çıkabilecek bir halim olursa, kendi kendime söz veriyorum; ben de plajlarda böyle ayılıklar yapacağım. Neydi bunun adı? Falaka, kurban, fidye, midye, Ömer Seyfettin? Neydi be? Kol hakkı? Çocuğumu keserim? Neydi? Bunun bir adı vardı. Adak ulan, adak. Kendimi adıyorum. Feda ediyorum.

30 Mart 2009

Dandik...

26 Mart 2009

Madem öldürdün; bari ye.

Kafabozan bir arkadaşımın blog'unda delilik üzerine bir yazısından esinlendim.

Şimdi çok özel bir şey anlatacağım. Böyle hisseden varsa lütfen beri geliniz.

Yemek yeme alışkanlıklarıyla ilgili.
Ben vejeteryan değilim. Keşke olabilsem ama değilim, hayvanları da insanlardan daha çok severim hatta, yani düşünün içim ne kadar parçalanıyor, ona rağmen yiyorum çünkü o tada alıştım, vazgeçmek istemiyorum. Hayvanları düşünmeden yemeye çalışıyorum.

Şimdi bu bir durum. Ama konu bu durum değil.
Asıl konu ŞU;

Bazen, bazı yiyecekler çok küçüktür ya. Onları bir lokmada tüketebilirsin. Mesela üzüm, ya da yumurta, hamsi, çilek, kayısı vesaire.

Bazen aralarında bozukları vardır. Mesela üzüm salkımının içindeki her üzüm taptaze değildir. Çürümeye yüz tutanları boldur.

Benim ise kendime dert edindiğim mevzu şu: Şimdi bu üzümleri yemezsem, bu üzümler hayatta kalan tek amaçları olan "AFİYETLE YENMEK" durumunu gerçekleştiremeden çöpe gidecekler. Düşünsenize, arkadaşları afiyetle yeniyor. O ise hayatın getirdiği birtakım şanssızlık silsilesi yüzünden yenmiyor, beğenilmiyor. Çürümeye bırakılıyor.

İçim parçalanıyor sırf yazarken.

Bir de bir hamsiyi düşünün. Saf saf yüzüyor. Hoop bir file, hamsi ağda. Tabaklarımıza kadarki yolculuğu da zaten ayrı üzücü bir hikaye ama; o hamsi tabağımıza gelmişken, hepsini yemeliyiz bence. Saygıdan. O bizim için canını vermiş, saygımızdan onu yemek zorundayız. Düşünsenize; yavru bir hamsi. Hayatının baharında ölüyor. Ve biz dandik insanlar bir de onu "ay çok doydum" deyip tabağımızda bırakmaya cüret ediyoruz.

Ağlayacağım neredeyse.

Bu ne terbiyesizlik, bu nasıl saygısızlık. Madem öldürdün, bari ye, be. Bari onun için bunu yap.

Mesela minik bir tavuk parçasını bırakmak o kadar koymuyor. Çünkü en azından çoğu yenmiş oluyor. Ama bu hamsi bir birey olarak tabakta zavallı durunca nasıl içim gider. Bir yumurta, daha doğmadan, kaynat. Bir de yeme!!!
Nasıl üzülürüm ona.

Terkedilmiş, ne olduğundan bihaber, hayatının baharında...
Çok ciddiyim, en ufak bir lakayıtlıkla yazmadım bu yazıyı.

Hislerim bunlar. Her gün insanlıktan ve kendimden biraz daha fazla nefret ediyorum.

24 Mart 2009

Ümüğümü sıkın

Bu yazımda içgüdülere ket vuran yeni bir kavram olarak dışgüdü'yü hizmetinize sunmak istiyorum.

İçgüdü case'inde, içten güdümlenirsin. Dışgüdü case'inde ise adından ve bir önceki cümle yapısından da belli olabileceği üzere dış dünyadan güdümlenerek iç dünyadaki güdülerine ket vurursun-vurarsın.

Şimdi çok basit ele alalım.

İnsanoğlu sevişmek ister. İster mi, ister. Hayvandır çünkü insan da.
İçgüdüsel bir şeydir bu. Çiftleşmek, üremek.
Dışgüdüsel olarak da bazen bunu istemeyiz. Dış dünyadan güdülerle ilgili gelen (geldirilen) baskılara GÜDÜMÜL adı verirsek, GÜDÜMÜL'ler, içgüdülerimize ket vurur. Çiftleşesimiz gelmez.

GÜDÜMÜL'ler illa ki toplumsal baskı olmak zorunda değildir.

Örnek verelim:

İçgüdü: Sevişmek
Dışgüdü: Sevişmemek
GÜDÜMÜL: Başağrısı

Kısacası güdümüller, içgüdülere bahane olarak ortaya sürülen ve içten geldiği iddia edilen bir takım sözcük öbekleridir. Gerçek de olabilirler. O zaman onlara GÜDÜLÜM adı verilir.

GÜDÜLÜM ve GÜDÜMÜL arasındaki farkı anlayabilmek, sonsuz bir sabır ürünüdür ve meşakkatlidir. Ego savaşı vermeye benzemez. Bu farkı anlayabilen insanlara da GÜMÜLDÜR adı verilir. GÜMÜLDÜR bir Ege sahil kasabasıdır ve gençler yazın GÜMÜLDÜR'de buluşunca çok acayip olaylar yaşanmaktadır.

17 Mart 2009

Mal fenerli bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor...

Biz hepimiz bir olalım
Yaşa Fenerrrbahçe!
Gönüller bir olalım
Yaşşa Fenerrbahçee!

Gönülleri versek de
Takımımıza sahip çıksak da
350 YTL - 50 YTL arası değişen o biletleri alsak da
Stadımıza gidip otursak da
Hoppalayıp zıplayasak da

Samba dansı etsek de
Elleri havaya kaldırıp sallasak da
Etrafımıza baksak da
İnsanları selamlasak da

Futbolcular gelince
Eğer- elleri havaya kaldırıp bakalım
Futbolcular böyle böyle yapınca
Ayağa kalkıp alkışlayalım

Gönülleri versek de
Takımımıza sahip çıksak da
Her zaman yanımda olsak da
55.000 kişilik stadımıza gitsek de
Oraya sahip çıksak da

Taraftarlarnan dizilip -ıhı- uzanınca
Loke loke oynayalınca
Top -(pause)- gelince
Taraftarlara atmayıp sahadan -(pause)- başka tarafa atsak da

Takimimiza sahip çıkalım
Başka bir şey düşünmeyelim
Stadımıza sahip çıkalım
Futbolcularımıza sahip çıkalım!
Sahip çıkalıım!
Fenerbahçe'nin yüzüncü yıl şarkısını ayakta kutlayalı-ııı-ııı-mmmm-mmm...

15 Mart 2009

Sosyal alanımdan tespitler


Lafa en hızlı şekilde girmeyi daha çok isteyemezdim:

Tekir kedilerin alınlarındaki M harfinin sırrı ne?



Hepsinin alnında enayi gibi M yazıyor...



Yoksa bu M bir anlama mı geliyor?



Messiah/Mesih manasına geliyor olmasın?!?!?!



"Ne mübarek hayvandır tekir kedi
En iyisi tekir kedileri çok sevmeli
Tekir kedileri çok seversen
Cennette yerin hazır diyor Katolik Kilisesi"


12 Mart 2009

İnanır mısın okur, sen de bir çocuktun.

Geçen Nezro arkadaşımla konuşurken aklıma geldi.
Çocukken, internet erişimimiz veya PC'lerimiz (benim MAC'im var bi kerea diyecek olan; ses kıs, çay koy) yokken oyun üretiminde ne yaratıcıydık vallahi billahi!

Sus konuşma.

İki kişiyken değil de, üç kişiyken çok yaratıcıydık asıl. Mesela 3 kişiysek (aile içi bir de bu) ve ben aralarında en küçüksem hep beni ezmeye yönelik oyunlar oynanırdı. Ben Saklambaç'tan nefret ederdim. Çünkü Saklambaç yakalanmaya dair bir oyundu, bir insanın yüzüne bakıp Jenga Hahaha'sı yapmaya dayalı bir oyundu ve ben yapıcı olmak istiyordum, barış çerçevesini korumak istiyordum oyunlarda. Örneğin 8 yaşındayken bir arkadaşımla mahallede dans şov yapardık. Yonca Evcimik falan.

Ya da bir arkadaşımla daha İngilizce bilmediğimiz zamanlarda plajda yohiyohituaayn diye konuşarak "İngiliz taklidi" yapardık.

Oyun arkadaşı bulamamış bir çocuk. Baksanıza, hangi pedofil bu sevimliliğe karşı koyabilir?

Neyse saklambaç diyordum. Biz üç kişiydik, ben saklambaçtan nefret ettiğimi üstüne basa basa söylemiştim ama yine de zorla saklambaç oynatırlardı. Tam ben kazanacağım anda yeni bir kural geliştirip, kaybettirirlerdi. Çanak çömlek patladı demişlerdi bir gün, ben koşa koşa balkondaki mangala bakmaya gitmiştim. Sonra koşa koşa gelip "Bir şey olmamış ki" demiştim safça ve yarım saat bana gülmüşlerdi ve ben tabii ki ağlaya ağlaya geçirmiştim o günü de.

Sonra ailenin küçükleri oyun yaşına gelince şöyle bir oyunumuz olmuştu: Yine 3 kişiydik, ben ortancaydım ve dayım da benden 2 yaş üstünlüğüyle geminin kaptanı görevindeydi. Biz bir divanın üzerindeydik dayımla. Kuzenim de divanın dışında. Çünkü o köleydi. Köle olduğu için onu gemimize almıyorduk.

Ancak bizim emirlerimizi yerine getirdiğinde köle olarak level atlayabiliyordu ve gemiye bir adım daha yaklaşıyordu. İyice bokunu çıkarmıştık ve "Dört ayağının üzerinde dur, yürü ve mööö'le, 4. level köle olabilirsin" demiştik. Zavallı kuzenim dört ayak üstünde ağlak bir tonda "Mööö mööö" derken ve biz eşşoleşşek gibi gülerken, kuzenimin annesi, yani teyzem, yani Tütü içeri daldı ve bizi ağzıyla dövdü. Durduk tabii, ama ne komikti yahu.


6 yaşındaki kuzenimin inek taklidi yapmaya çalışmasını izlemek... Such a delight!

Bunu bir Fenerli anlattığında çok teyatral olabiliyor...

Sene 1986...
Galatasaraylı bir baba ve oğlu konuşmaktadır...

Baba baba, bir şey soracağım.

-Sor oğlum, oğlumsun.

O değil de baba, ben 14 yaşındayım, koltukaltı kıllarım çıktı, sesim de kalınlaştı, hayvan kadar adam olmak üzereyim, ama anlamadığım bir şey var... Şampiyonluk nedir baba?

-?

Ben hiç şampiyonluk yüzü görmedim baba. Şampiyonluk nedir bilmedim. Bana şampiyonluğu öğret baba!

09 Mart 2009

Bilen Oytun'dan al haberi

Beklenen an geldi:

Rock Band'den aşina olduğumuz Harmonix, MTV Games ve hedesi the Beatles oyunu yapmışlar!!!! Eylül'de piyasada olacak. Düşünün yani, koca bir Rock Band gibi koca bir Beatles oyunu olacak. Zaten arada tek tük Beatles şarkılarıyla olmazdı o iş. Hakketikleri saygıyı göstermişler. Tebrik ediyorum, tebrik ediyorum. Caner'e selam ediyorum.

Böyle görünmeyecek olsa da benzer hisler uyandıracak.

Çevirinin önemi ve muhterem insan Aziz Nesin

İngilizce'den Türkçe'ye doğrudan çevirinin azizliklerine uğramayan bir deyim olmayagörsün. Dilimize düşer vallahi.

Demirtaş Ceyhun, Asılacak Adam: Aziz Nesin kitabında Aziz Nesin'le olan anılarını anlatıyor. Aziz Nesin'i sevip sayanların kesinlikle okuması gerek; neredeyse yüzyıllık sıradışı olaylar; bir savcının sürekli Aziz Nesin'i astırmaya çalışması, Madımak infazında olan bitenler, Marko Paşa, 20. yüzyıl Türk Edebiyat tarihi, Aziz Nesin'e ecnebilerin bizden bin kat daha sahip çıkması, Aziz Nesin cimri midir'in cevabı, ve daha bir çok merak ve hayranlık uyandıracak şey.


Kitabın son sayfalarında çevirinin edebi eserin değerini yok ettiği mevzusuna Aziz abi'yle olan anılarından bir örnek vermiş Demirtaş Ceyhun. Gorki'nin hatırlamıyorum hangi eserinin Türkçe çevirisini okumuş Aziz Nesin. Türkçe'ye çevirenler de Rusça'ya pek hakim olmayan genç kişilermiş büyük ihtimalle. Eserin bir bölümünde mezarlıktan döndükleri anlatılıyormuş karakterlerin. Şöyle bir cümle varmış;

"Sıfır numara tramvayla eve döndük."

Aziz Nesin merak etmiş; sıfır numara tramvay nedir, böyle bir tramvay numarası mı vardır vesaire. Meğer Rusça'da bizdeki "tabanvay"ın karşılığı "sıfır numara tramvay" imiş.

Başka bir anı da Aziz Nesin'in bir eseri yabancı bir dile çevirilirken olmuş: Aziz Nesin eserin bir yerinde "Bizim Köroğlu" deyimini kullanmış (eş, karı demek). Bunu çeviren adam da doğrudan çevirmiş, bir de asteriksli not düşmüş;

* 16. yüzyılda yaşamış bir halk kahramanı ve şairi.

(Bu arada Aziz Nesin'in Zübük romanı Almanca'ya çevrilirken Zübük kelimesini Zübük diye bırakmışlardır Alman toplumunda zübük karakteri olmadığı için. Dolayısıyla o dönem Almanca'ya "Zübük" kelimesi duhul etmiştir)

Bu yüzden çeviri, çeviri değildir, çeviri aslında adaptasyon olmalıdır. Ki anlamını yitirmesin deyimler, öyle değil mi.


Ara Güler'den Aziz Nesin (1998)

05 Mart 2009

İddialı başlık yaratma sanatı

Check this out

Yılları yılı hastası olduğumuz "dizi opening credits"lerini yapan ekibi bulduk!

Digital Kitchen.

Mutfağın kreatif direktörü Eric Anderson.

Yaptıkları arasında; Six Feet Under, Nip/Tuck, Dexter, True Blood, House'ın girişleri falan var. Beğendiklerim de bunlar zaten.

(Kendilerine şu mail'ı atmaktan döndüm: "I just called to say I love you"
Bir gün olur da yolum oraya düşerse isteği üzerinden)

03 Mart 2009

Güzellik göremeli bir kavramdır.

Ben bir kadınım ve tüm erkekler çiçektir. Ahah. Hayır.

Sevgililerimizin yakışıklılığını safdışı ederek girişeceğim bu yazıya şöyle başlamak istiyorum;

Johnny Depp. Evet, yakışıklıdır. Kimse de bu adama çirkin diyemez.

Ama bazı kadınların ısrarla fikir birliği sağladıkları bazı adamlar var: George Clooney, Russell Crowe, Matt Damon. Matt Damon mı? People dergisi tarafından yaşayan en seksi erkek falan seçiliyor bu adam. Kadınlara sorduk, cevap alamadık. Yine de seksi. Tamam. Şimdi bir de daha gençlere yönelik Robert Pattinson diye bir ergen türedi. Yamuk o da, bildiğin yamuk işte.

Dün tam da sevgilimle oturmuştuk ve ben kendisine zorla imdb'den yakışıklı erkek fotoğrafları göstermeye çalışıyordum. Çünkü o esnada erkeklerin hemcinslerine yakışıklı diyebilme kriterleri üzerinde bir araştırma yapıyordum.

Sorularımı cevaplamaya çalışırken bir yandan maç tekrarlarını izleyerek erkeklik onurunu korumaya çalışıyordu.

Bu yakışıklı mı?
Gider mi?
10 üzerinden kaç veriyorsun?
Peki ya bu?

falan derken bir adamın yakışıklı olduğunda bizim de bir fikir birliğimiz olabildi sonunda. Fakat yine de benim pel tuttuğum bir yakışıklı değil. Mesela bu adam da True Blood'da şerif vampir, Bill'in ve o bölgedeki vampirlerin üstü, bu arada boyu da 190'ın üstünde sanırım, çok yapılı bir insan, Allah sevdiğine bağışlasın, büyükçene bir insan :




Bu da 90'larda isveç'te en seksi erkek seçilmiş. Sonra birkaç fotoğraf daha ileriye gittik, aynı vatandaşın bu sefer şöyle bir fotoğrafını gördük;


Kız gibi çocukmuş aslında. Adını Aysun koyduk. Gerçek adı Alexander Skarsgård.


İş, google arama çubuğuna "swedish guys" yazmama ve görsellere bakmama kadar uzadı.
Neyse bundan sonra sevgilimi konuya pek dahil edemedim zaten.

Bir de erkeklerin yakışıklı bulduğu "bazı" adamlar var ki onu da hiç anlamam.
Mesela Trent Reznor. Mesela Lenny Kravitz. Bunların ortak özelliği kaslı olmaları.
Hiç alakası bile yok bence. Kralı gelse alamazlar seni.

(Bu konuda gözü ve kalemi çok kuvvetli olan Vic Vega'nun insightful görüşlerini de pek merak etmekteyim doğrusu)


Son Söz: Ben güzele güzel derim güzel benim olsa da olmasa da ama herkesin kendi erkeği en güzeldir.

02 Mart 2009

"seslisözlük metin çeviri"nin hastası olmak üzereyim




rock your pants off
-Translate-
off pantolon kaya

Love is...

Aşk bir spor, Hakan Şükür bir santrfor.
Aşk bir bülten, yok mu gıdısını elleten.
Aşk bir alçıtaşı , aç kapıyı bezirganbaşı.
Aşk bir damat, yeni bir kelime olarak bocurgat.
Aşk bir sürrealist, İstanbul'da bir sürrealist.