17 Eylül 2009

The thin line between loving and stalking

Baştan uyarıyorum.
Günümüzde gençlerin aklı nerede, gençlik nereye gidiyor temalı bir yazımızdır.
Ve bu yazıdan alınan genç okuyucularım olabilir, bence alınsınlar. Haklarında "gerçekten" ne düşünülüyor, bilmek iyi gelebilir.

Müzik, sinema, resim, tiyatro vs vs.
Meta olarak konumlandırıldığından beri hepsi estetik kaygılar içeriyor. Ya da hepsi estetik kaygılar içerdiği için meta olarak konumlandırılmaya başladı. Nietzsche'nin bir dediğine göre, sanat sanat değil, zanaattır bu bağlamda.

Konumuzdan çok fazla sapmadan.

Bunların içerdiği estetik kaygı, aslında "sanat eseri"ni ilgilendiriyor. Sanatçıyı değil, öyle değil mi? Bu durumda, sanatı takdir eden insanların, sanatçı ile değil de, eser ile ilgilenmesi gerekir ideal dünyada.

Olgunluk bunu gerektirir.

Ancak, hepimizin bir dönem şanssızsa yaşadığı, şanslıysa başkalarında tanık olduğu "fanboy"luk müessesi, genç yaşlarda "sanatçının stalker'ı" olmak şeklinde hayat buluyor.
Ve inanın! Bu hiç şirin bir şey değil.

Bu hiç sağlıklı bir şey de değil.
Saman altından su yürüten, hin hin binbir türlü iş çeviren varlıklarcasına.

Peki gençler, kendinizi neden küçük duruma düşürmek bu durumda?
Sanat umrunuzda gibi görünmesenize. Yakın olmak, tanışmak istiyorsanız sanatı icra eden kişiyle, errrkek gibi çıkın, erkek gibi tanışın. Araya şarkı sözlerinden alıntılar serpiştirerek bir iletişim kuramazsınız bu insanlarla. Bu hareketlerinizle asla ama asla, dilediğiniz gibi arkadaşları olamazsınız. En fazla stalker'ları olursunuz. Groupie de olmazsınız ama. Groupie'ler yine bir nebze sevilir. Ama stalker'lar, 31 olsa çekilmez.

Çünkü arkadaşlar, siz artık 3 yaşında sevimli çocuklar değilsiniz.
Kimse sizin aptal veyahut saf olduğunuzu düşünmüyor.
Hatta öyle hareketlerle bu insanları punduna getirip kilitliyorsunuz ki (kitlemek), sizin de malın gözü olduğunuz konusunda varsayımlar var.
Ama bunu gerizekalılık maskesinin altında yapıyorsunuz, ve hiç ama hiç yakışmıyor.

Ünlü insanların "arkadaşı" olabilme "başarısı".
"Name dropping" yapabilmek.
Beraberce fotoğraflar çektirip "Biz eskiden" diyebilmek.
Sosyal çevrede böyle varolmak.
Bunu ısrarla sürdürmek.
Ve bunu en aşağılık şekilde yapmak.

Kendini bu denli küçük düşürebilmek, belli bir yaşa kadar yapılabilecek bir eylem. Zaten bir arkadaşlık öyküsü doğsun istiyorsanız bu insanlarla münasebetinizden, bu şekilde asla olmayacaktır.

Halihazırdaki ünsüz arkadaşlarınız bir gün ünlü olursa o zaman arkadaşlık olur.
Ünlü titrinden öte tanışıp muhabbet etmeye çalışırsanız, öyle bir arkadaşlık yok. Hiçbir zaman da olmayacak. Hiçbiiiir!

Şimdi sorarsınız, bahşoldu mu sana bu düşünceler?
Tüm bu gözlemler, aklımı başıma devşirdiğim anda başladı.
Bu da birkaç sene öncesine tekabül eder. Ama mesela, aslında zaman zaman hepimiz sizden biriyiz. Mesela, adını vermek istemediğim (!!!) altta gözünde siyah bant olan insanla tokalaşma fırsatım olduğunda adeta bir genç kız gibi "it's an honor to meet you sir" demiş oldum ki bu benim repliğim bile değildi. Ama yine bir errkek gibi, neysem o gibi. Sir, honor. Daha samimisi hıyarlık. Herifin müziğine fanboy olabilirim elbette ama kendisine... ASLA!

"Mesafeyi lütfen iyi ayarlayın"

3 yorum:

ahdiker dedi ki...

katıldığım noktalar da var katılmadığım da. sevdiğim, hayranı olduğum bireysel isimler var. Mikael Akerfeldt gibi, Steven Wilson, Omar Rodriguez, John Zorn... liste uzar. Tabi ki aslında bu hayranlık o insanın kişiliğine değil ürettiği sanata bir yandan. Fakat üreten "kişi" olarak sanatçının dehasına da hayran olabiliyor insan.

Bireyi bütün özellikleriyle bir bütün olarak aldığında o adamı ürettiği şey nedeniyle sevmek çok da ters gelmiyor bana.

Deniz Coşkun dedi ki...

kişinin dehasına hayran olmaktan bahsetmiyorum ancak dostum. kişinin dehasına hayran olup onu rahatsız etmekten bahsediyorum. elbette bu tp şeyler siyah ve beyaz değil, ama sanatçıyı "haraslamak" bana terso. =)

akay dedi ki...

içli bi yazı olmuş, okurken gözümden bir damla yaş aktı...