08 Temmuz 2009

Traduttore tiradutore

Çeviri ihanettir.

Bu mottoyu benimsedim diye en azından bildiğim tek yabancı dil olan İngilizce'ye ait tüm edebi eserleri orihinal dilinde okuyorum. (orihinal yazmışım, değiştirmedim çünkü İspanyolca'ya da hakimim gibi tedirginlik okunuyor alt metnimizde)

Hatta İngilizce yazan bir yazara sapkın bir fanboy gibi takılma ve yazdığı ne varsa ardarda hepsini okuma furyasını da başlatan benim (he de geç). Üstelik, sadece eserlerini değil, onlar hakkında yazılanları çizilenleri de yalayıp yutuyorum. Bu şekilde bahsi geçecek olan insanların psikolojik profilleri konusunda da biraz içgörü sahibi olabiliyorum. Hani dil de biraz böyle bir şeydir ya? Koca bir kültürdür aslında, sadece bir dil değildir. Bir yazar da öyledir, sadece bir yazar değildir, bir dünya algısıdır. Algılanmakta olan dünya ise algılayanın gözünden zaten "the dünya" olduğu için, bir yazara "bir dünya" demekte bir sakınca da yoktur.

... Derken işte tam burada konsantrasyon sıkıntısı yaşayan arkadaşlar kendini belli etti.

Oscar Wilde ile vuku buldu bu ilk olarak. Oscar Wilde da ne var? Rahat rahat oku, Lady Windermere's Fan, Salome, The Importance of Being Earnest, the Picture of Dorian Grey, The Soul of Man Under Socialism, Vera or the Nihilists, a Woman of No Importance...
Shakespeare'den miras kalmış tabii ona bir çok estetik ipucu.

Sonra Shakespeare.
Hatta bu o kadar net ki; Shakespeare'i İngilizce okumayan, Shakespeare okumuş sayılmaz. İngilizce'si ne kadar zorsa o kadar üstüne gitmelisiniz, sonra bir bakmışsınız Shakespearean şiir denemeleri yazıyorsunuz her ne kadar inanılmaz boktan ve büyük ihtimalle sallamasyon olsa da.


Sonra Bernard Shaw'a geçtim. Shavian olabilecek kadar hayranım artık nüktedanlığına. "Wit" denen ve Eczacıbaşı'nın Gülümseyen Düşünceler olarak çevirmeye gayret ettiği kavram, Shaw ile anlam kazanmış sahiden. İddialı bir açıklama olsa da "Bernard Shaw, gelmiş geçmiş en büyük yazardır" bence. Bilge bir insan, witty bir yazar, beyninin her lobuna saygılı bir erkek. Ona tek laf yok. Neredeyse bir asır yaşamış çağ gibi adam. Üstelik yazım stili olarak "entellere" hitap etme gibi durumu yok. Yukarıda adı geçen yazarlara nazaran ultra minimal. Daha çok maskelenmiş hikayeleri alttan vermek onun marifeti. Kesinlikle hayranım. Hangi ölü insanla yemek yemek isterdiniz sorusuna Shaw diyemeyeceğim kadar hayranlık beslediğim, Wayne's World'den bir kesit olarak "We are not worthy" dediğimin Shaw'u. Sınıflar arası stiliyle Shaw.

Winston Churchill'le aralarında yine gayet Shaw stili bir husumetimsi olmuş. Major Barbara oyununun açılışına Winston Churchill'e davetiye yollamış ve yanına da bir not iliştirmiş:
"Have reserved two tickets for first night. Come and bring a friend if you have one"

Churchill de durur mu, yapıştırmış cevabı:
"Impossible to come to first night. Will come to second night, if you have one."


Şimdi de Salman Rushdie dedim. İronik olmak adına ya bismillah diyerek Satanic Verses okumaya başladım.
Yareppim, neler oluyor?
Oha Salman Rushdie, ohalarca.
İkidir rüyama giriyorsun, kendimden şüphe ettiriyorsun. Belki de okuma saatim Satanic Verses'a uygun değildir.

Problem şu: Anlamıyorum hocam. Bir cümleyi bir kere okuyunca anlamıyorum. Oldukça gerizekalı hissediyorum ama bu utancımı saklamak yerine paylaşmayı seçtim.

Çünkü utanç, paylaştıkça güzeldir.
Ah?!?

Ben galiba her şeyi çok ama çok yanlış anladım.

SON SÖZ:
Ben bu Salman Rushdie'yi de hatmedeceğim. Kendisine alışana kadar yemeyeceğim, içmeyeceğim, anlayacağım. Gerekirse soracağım. Ama hayatta altını çizmeyeceğim.

Ben asla altını çizmem.

9 yorum:

Elmoş dedi ki...

Benzerliğimizden ötürü dehşete düştüm.

Ali dedi ki...

"The Dünya" kısmını çok sevdim..zaten dünya arapça "bu taraf(daki)" demekmiş!Biliyormuydun? ben bilmiyodum...Şimdi senin dediklerinle birleştirinceee.. it has perfect sense!eh?eh?

you go girl! (Diyom bu sefer de sana =P)

Deniz Coşkun dedi ki...

ilgiyle takip ediyorum elmoş bu durumu. bir süredir şaşırmalardayım.

can dedi ki...

anlamsız çağırışım episot2

nancy astor: if i were your wife i would put poison in your coffee!

churchill: and if i were your husband i would drink it.

pudra dedi ki...

(orihinal yazmışım, değiştirmedim çünkü İspanyolca'ya da hakimim gibi tedirginlik okunuyor alt metnimizde)


hahahahah yani okumaya başladım burda çok güldüm bunu yollayayım devam edicem.

Unknown dedi ki...

ben de cizmiyorum altini.
eskiden cizerdim.
simdi cizmedigimden mi bu sinav kazanilmiyo aceba.

Elmoş dedi ki...

Ben geldim. İstanbul'dayım. Görüşmek ümidiyle. Hoççakalın.

Çağlar Kaynak dedi ki...

Churchill'in cevabına bayıldım.:)

Deniz Coşkun dedi ki...

Değil mi? Çok yerinde bir diyalog olmuş aralarında. Zekice.